İş dünyasının duayenlerinden, Alarko Holding Yönetim Kurulu Başkanı İshak Alaton'dan TÜSİAD için ağır iddia..
Songül Hatısaru'nun röportajı
İshak Alaton, 1990’lı yıllarda Bülent Tanör’ün hazırladığı ‘Demokratikleşme perspektifleri’ adlı rapora sadece Cüneyt Zapsu ve İbrahim Betil’in destek verdiğini söylüyor. “Ağır toplar, raporu yerden yere vurdular” diyen Alaton’a göre, bu tavır Türkiye’ye demokratikleşme yolunda 13 yıl kaybettirdi
İş dünyasının duayenlerinden, Alarko Holding Yönetim Kurulu Başkanı İshak Alaton ve kızı Leyla Alaton’un kapısını gündemdeki konuları konuşmak için çalmıştım. Ancak İshak Bey, beni ve hemen yan odadaki kızı Leyla Alaton’u elinde lolipoplarla karşılayınca röportajımız eksen kaymasına uğradı! Leyla Alaton, geçtiğimiz hafta Emine Erdoğan’ın güçlü kişiliğine atıf yaparak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı, ‘otomatikman feminist’ ilan etmişti. Sohbetimiz, onun feminist bir kadın olmasında babasının ne kadar katkısı olduğunu izlememe imkan veren anlara sahne oldu. Baba-kız sık sık fikri çatışmaya girdi. Önce her tansiyon yükseldiğinde araya girmeye çalıştım. Çünkü Leyla Hanım’ın ‘beyaz’ dediğine, İshak Bey ‘siyah’ diyor. Baktım baba - kız tatlı tatlı atışmaya çok alışkın, aradan çekildim.
Bir röportajda,”TÜSİAD yıkılıp yeniden kurulsun” dediniz. Sizin kafanızdaki TÜSİAD ile mevcut TÜSİAD arasında nasıl bir fark var?
“Yıkılsın, yeniden kurulsun” gibi bir söz söylemediğim gibi böyle bir fikir aklımdan da geçmiş değil. Hiçbir zaman, bu kadar sert bir tavır içinde olmadım. TÜSİAD’ın ekonomik gelişmede çok önemli bir rol oynadığını hep idrak ettim. Hep destek verdim ve vermeye de devam ediyorum. Ancak 1990’lı yıllar, TÜSİAD’la aramdaki zihinsel farkı su yüzüne çıkardı. Bülent Tanör’ün hazırladığı, ‘Demokratikleşme perspektifleri’ isimli raporu büyük bir heyecanla, Swissotel’in balo salonunda dört yüz kişinin önünde takdim ettik. Rapor, TÜSİAD’ın birçok üyesini rahatsız etti. Sadece İbrahim Betil ve Cüneyt Zapsu destek verdi. Geri kalanlar raporu yerden yere vurdu. Olmayacak sözler söylediler.
Ne dediler?
TÜSİAD üyelerinin görevi demokrasiyi geliştirmek, bu yolda mücadele etmek değil, daha çok iş imkanı yaratmak için daha çok para kazanmaktır, demeye getirdiler.
Bugünkü TÜSİAD’ı hangi noktada görüyorsunuz?
TÜSİAD değişti. Son toplantıda Bülent Tanör’ü anmış olmaları bile başlı başına bir olaydı. 13 yıl kaybetti Türkiye. Çok daha erken uyanabilirdik. Darbeyi yedik 1980’de. Turgut Özal elinden geleni yapmak istedi ama önünü kestiler. Dünyada refah içinde yaşayan ülkeler, istisnasız demokratik rejimlerdir. Vatandaşları yoksulluk içinde debelenenler ise demokrasinin olmadığı ülkelerdir. O raporun ismi bile tüylerini diken diken etti. Demokrasi söyleminden asker rahatsız olur diye korktular. O tarihlerde, Türkiye’yi yöneten askerdi. Ankara’da hükümetimsi bir şey vardı: Bu bazen Demirel, bazen Özal, bazen Tansu Çiller oldu. Ama kim olursa olsun sahnede oynayan kuklaydı. Demokratikleşme arzum, hepimizin devamlılığının temini içindi. Çünkü büyük holdingler, aileler, büyük bir denizin ortasındaki küçük mutluluk adacıkları gibidir. En ufak bir fırtınada, o deniz bir dalgalandı mı, bütün o adaları tarumar eder. Bu tehlikeyi göstermeye çalışmıştım.
Bir pazar sabahı ağlayarak eve geldi. Kollarındaki morlukları görünce, ‘İstersen boşan’ dedim...
Leyla Hanım, aile içi şiddet konusunda hassassınız. Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı’na büyük bağışı yaptınız. Bu yakınlığınızın nedeni ne?
Çalışma hayatına katıldığım ilk günden beri kadın olayına duyarlı olduğumdan otomatikman Mor Çatı ile tanıştım ve senelerdir bu ilişki devam etti. Onlara daha da yakın olsaydım belki bugünkü durumda olmazdım. Ezelden beri bu konuya hassasiyetim oldu ancak iki seneden beri çok daha duyarlı olduğumu itiraf ederim.
Boşanıyorsunuz, bir daha evlenir misiniz?
“Hata yapmak insanlara, tekrar etmek aptallara mahsustur” derler. Şunu da unutmamak lazım, aldığımız her karar, karar aldığımız o gün için doğru olandır aslında. Zamanı ve dengeyi yakalamak önemli bence hayatta.
Şiddet gören kadınlara ne tavsiye edersiniz?
Hemen ama hiç vakit kaybetmeden en yakın karakola gidip şiddeti belgeletmeleri çok hayati. “Ayıp olur, çocuklar duyar, komşulara rezil oluruz” diye düşünmek kadar yanıltıcı bir düşünce olamaz.
Eğer ben şiddet gördüğüm gün karakola gidip raporumu alsaydım ilk celsede boşanmıştım. Bunu Mor Çatı’dan öğrendim, bilmiyordum. Ben babama gittim. Evlenmeden önce mutlaka eski eşlerle konuşulmalı. Birisi eski eşine yaptığını muhakkak yenisine de yapar. Bu kadın için de geçerli, erkek için de.
Kızınız size geldiğinde ne yaptınız İshak Bey?
Bir gün Mehmet’le (Günyeli) geldi, “Aradığım adamı buldum evleneceğim” dedi. “Merak etmiyor musun onu?” dedi. “Yok etmiyorum. Sen seçtiğine göre herhalde iyi biridir” dedim. 11 yıl sonra ne yazık ki bir pazar sabahı ağlayarak eve geldi. Kollarındaki morlukları görünce, “İstersen boşan” dedim. Leyla’nın başına bu bir kez geldi. Bir defa olması yeterliydi. Bunu bir kez kabullendin mi hayat boyu gider. Önce söylemek istemedi, sonra baktım durumu çok kötü. Hayatımda ne kızıma ne oğluma bırakın şiddeti, popolarına fiske dahi vurmamışımdır. Bugünkü şartlarda artık şiddetin yeri olabilir mi? Şiddet zavallılığın, acizliğin ifadesidir. Medeni insan konuşarak anlaşmaya çalışır. Anlaşamasa da hukuk yoluna gider.
‘Babam Mevlev' gibi oldu’
Leyla Hanım bir dönem ayrıldı şirketten. Sitem ettiniz mi kendisine?
Bir gün, “Senin şirketin bana çok dar geliyor. Ben daha geniş bir sahada koşmak istiyorum” dedi. Ben de, “Tamam, ne zaman ayrılıyorsun?” dedim. Kurduğu PR şirketiyle, Aerospatiale, Alcatel gibi dünyanın en büyük şirketlerine danışmanlık yaptı. Girişimciliği denedi ve de çok başarılı oldu.
Leyla Hanım, niye ayrıldınız o zaman şirketten?
Alkent ve Alsit projesini satıp bitirmiştim. Çok enerjiktim, bağımsız olma isteğim de vardı. Büyük şirketlerde çok politika var, herkesi memnun etmen lazım. Hele patron çocuğuysan, çok daha alttan alıyor olman gerekiyor. Sıkılmıştım bunlardan. İyi ki de gitmişim. Kimseye güvenmemeyi öğrendim. Hiçbir tanıdığımın yardımcı olmadığını gördüm profesyonel hayatta. Kimse kapımı çalıp, “Al Leyla’cığım bu işimizi sen yap” demedi. Profesyonel hayata Üzeyir (Garih) Bey’in asistanı olarak başladım, onun yanında yetiştim. (İshak Bey, söze giriyor, “İzzet Garih de benim yanımda yetişti” diyor.)
Babanızın en çok hangi eleştirisinden rahatsız olursunuz Leyla Hanım?
Çok fazla iyimserdir. 84 yaşında ve hiçbir şey artık onu şaşırtmıyor. Ekstra bir Polyannacılık oynuyor. Beni ise hâlâ şaşırtıp kızdıran şeyler var. Herkesi affeden, hiçbir şeyden alınmayan bir evresinde babam. Ben bu kadar hoşgörülü ve affedici olamayabiliyorum. İyimserliği bazen tepemin tasını arttırıyor. Yani herkes mi iyi? Mevlevi gibi oldu neredeyse... Her gün beni eleştirdiği bir konu vardır, hiç şaşmaz, hiç de şaşırmam! İki çok kuvvetli karakteriz, armut dibine düşer.
‘Babam hep hatamı kovalar’
İshak Bey, Türk kadınının iş hayatındaki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hayat boyu bir mücadele olarak gördüm bunu. İsveç’te üç yıl yaşadım, kadın erkek eşitliğinin sonuçlarını daha o yıllarda gördüm. Türkiye’de de bu otursun istedim. TÜSİAD’a üye olduğumda, 300 erkektik, kadın olarak bir tek Güler (Sabancı) vardı. Yıl 1978. Kadın konusunu bir iki defa dile getirdim ama pek destek göremedim. Leyla 26 yaşındayken üye olmasını teklif ettim. Takdim edildiğinde, mikrofonu aldım, ‘Ne mutlu bizlere ki, TÜSAİD kadın-erkek eşitliği yolunda önemli bir adım attı. Kadın oranı yüzde yüz arttı. Güler’le kadın oranı binde üç idi, Leyla da geldi, binde altı oldular, ne mutlu bize’ dedim! Daha o yıllarda derneğin isminin Türkiye Sanayici ve İş İnsanları olarak değiştirilmesini teklif etmiştim. Şimdi daha yeni yeni konuşuluyor; ama hala debeleniyorlar.
Leyla Hanım, sizin için, babanızla çalışmanın zor yanları neler?
Babam çok mükemmeliyetçi. Mail’lerde dahi imla yanlışına tahammülü yoktur. Muhakkak hatayı bulur ve bu ona zevk verir. Ne yalan söyleyeyim, aradığı hatayı yapmış olmak da bana zevk verir. Onun hep ulaşmaya çalıştığım çıtalarına çok alıştım. Onun gibi çalışmayan biri bana tuhaf geliyor. Bir de gününün yarısından çoğu, başkalarına yardımcı olmakla geçiyor. Bu konuda da onun gibi oldum. Üniversiteye parasızlıktan gidememiş. Çalışmak için İsveç’e giderken, İsveççeyi ana dili gibi öğrenip gidiyor. Hem de kasetlerden dinleyerek, beş ayda öğreniyor. Vardığında konuşuyor ama İsveçli işçilerle anlaşamıyor bir süre! Meğer aristokrat İsveççe imiş öğrendiği. Beş dil bilir, koskoca senfonide bir tek nota yanlış çalınsa duyar. Kulağı dehşettir.
Siz nasıl bir çalışansınız? Mesai kavramınız var mıdır? İşe geç kaldığınızda babanız kızar mı?
Çok erkenciyim ben. 6.15’te uyanıp, erken yatarım hafta içinde. Çocuklarımı okula bıraktıktan sonra, 8’de işte olurum. Saatlere riayet ederim. Çünkü bakar inceler, açık yakalamak için bekler. Babam geç uyanmanın günah olduğuna inanır.
Milliyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder