31 Aralık 2011 Cumartesi

- Makyay kalitede dünya ile yarışıyor...

-Salih Demirhanı tanıyabilir miyiz?
-Salih Demirhan: İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası Ticaret Bölümü mezunuyum. 10 yıldır Makyay bünyesinde farklı departmanlarda görev aldım. Şuan Pazarlama Satış Müdürü olarak görevime devam etmekteyim.

-Firmanız hakkında bilgi verir misiniz?
-


Salih Demirhan: Makyay Makine ve Yay San. Tic. ve Ltd.Şti.nin resmi kuruluş tarihi 1985dir. 6500 m2 arsa üzerine kurulu 14.000 m2 kapalı alandır. Bu alanın 2800 m2‘si depo ve lojistik alanıdır. 160 adetlik makine parkurumuzla, baskı yaylarında 0,10-8,00 mm, çekme yaylarında 0,10-5,00, kurma yayarında 0,10-6,00, formlu parçalarda 0,20-13,00 Bobin yayları 0,50-5,00 mmye kadar parça üretimi yapmaktayız. Bunun yanısıra Bihler ve Bruderer teknolojisiyle klips ve preslik parça üretimleri de yapmaktayız. Müşterilerimizden gelen talepler doğrultusunda mevcut yay üretim teknolojilerinin yetersiz kaldığı durumlarda spesifik CNC yay makinelerinin üretimini yapmaktayız. Türkiyedeki elektrik, elektronik, otomotiv, gaz ve beyaz eşya sektörlerinin lider firmaları ile çalışmanın avantajını kullanarak kurumsallaşmayı başarmış yay firmasıyız.

ISO 9001:2000 kalite sistem belgesiyle hizmet vermekteyiz. Hedeflerimiz arasında ISO-TS 16949 belgesinin 2010 yılı içerisinde alınması yer almaktadır.

Dünyadaki son teknoloji Makyayda var

-Yay sektöründe Avrupanın en iyi 10 firmasından biri olmayı neye bağlıyorsunuz?
Salih Demirhan: Öncelikli olarak teknolojiyi yakından takip ederek, doğru ve zamanında yapılan yatırımlara bağlıyoruz. Diğer bir etken ise geçmiş yılların tecrübe ve deneyimlerini kullanarak kurumsallaşmayı başarmış olmamızdır. Son teknolojik yatırımlarla, kurumsallaşmanın ve üstün teknik deneyimin getirisi olarak otomotiv ve elektrik sektöründeki lider firmaların ihtiyaç ve beklentilerini karşılamaktayız. Otomotiv sektöründe birinci derecede önemli emniyet parçalarını üretebilecek ve %100 sağlam parça üretebilecek yeterlilikteyiz.

Kısacası dünyadaki lider yay üreticilerinin kullandığı gerek teknoloji, gerekse sistemsel ve proses yönetimi anlamında oluşturulmuş düzen firmamızda etkin şekilde yönetilmektedir

İhracat faaliyetlerinizden bahseder misiniz?
-Salih Demirhan: 2008 yılı ihracat oranımız %35dir. Bu yılki hedefimiz ise ihracat rakamlarında %25 büyümektir. Makyay olarak Çin dâhil dünyadaki birçok ülkeye yapmış olduğumuz ihracatımızla ülke ekonomisine katkı sağlamanın mutluluğu içerisindeyiz. Global kimlik altındaki firmalarla çalışmanın vermiş olduğu avantajla ihracat oranımız gün ve gün artmaktadır

Krizde ne gibi tedbirler aldınız?
-Salih Demirhan: Kriz ortamıyla beraber müşteri taleplerindeki adetlerin azalmasından dolayı müşteri sayımızı artırarak cirosal anlamda kayıplarımızı minimize ettik. Bünyemizde bulundurduğumuz hammadde stokunun vermiş olduğu avantajı, hammadde alımlarını kısıtlayarak nakit çıkışlarını minimize etmeye çalışarak kullandık. Kriz döneminde firma kurucumuz Sayın Vedat Demirhanın Makyay tüm çalışanları bir ailedir düşüncesinden yola çıkarak işçi çıkartmaktansa daralan pazarda yeni müşteriler kazanarak kriz ortamında çalışanlarımızı madur etmeden yolumuza devam etmekteyiz.

-Pazarlama faaliyetlerinizden bahseder misiniz?
-Salih Demirhan: Pazarlama faaliyetlerimizi reklamsal anlamda çok fazla olmamakla birlikte %100 müşteri memnuniyetini sağlayarak yürütmekteyiz. Global çalıştığımız firmalara vermiş olduğumuz tatmin edici hizmetten dolayı dünyadaki diğer kuruluşları için de potansiyel tedarikçi olmaktayız. Bir diğer pazarlama stratejimiz ise pazar analizleri yapıp hedef pazar seçiminde fazla dağılmadan pazara nüfus etmektir.
Vedat Demirhan: Sanayiciye bir yıl geri ödemesiz kredi verilmesi gerekmektedir

Geçen ay ziyaret ettiğimiz 35 yıllık sanayici Vedat Demirhan ile imalat sanayinin ve üretici firmaların genel sorunları üzerine görüşme fırsatı bulduk.

-Vedat Bey krize rağmen genel imalat sanayinin ve iş yaptığınız sektörlerin durumu hakkında neler söyleyebilirsiniz
-Ülkemizde üretim yapan firmaların büyümesi ile ilgili olarak firmalar yatırımlarında, uzun yıllardan beri leasing ve banka kredileri kullanmaktadırlar. Geçmiş dönemlerde leasing ile yapılan yatırımlar, yatırım avantajı olarak görünmekteydi. Fakat günümüzde leasinglerdeki değiştirilen kanunlar nedeniyle leasing ile yapılan yatırımlar avantajını kaybetmiştir. Ekonomik koşulların zorlaşması, rakip firmaların rekabeti, hammadde fiyatlarının artışı, döviz endeksinin değişkenliği gibi etkenler üretim yapan firmaların fiyat ve satış politikalarını olumsuz yönde etkilemektedirler. Yapılmış olan makine yatırımlarının uzun vadeli yatırım olmadığı sürece kazançları, yatırımın aylık taksit bedellerini ödeyemez duruma gelmiştir. Uzun vadeli yatırımlara leasing ve banka kuruluşlarının sıcak bakmamalarından dolayı sanayiciler uzun vadeli yatırımlar yapamamaktadırlar. Yapılmış olan makine yatırımlarının aylık gelirleri hiçbir şartla, makinelerin aylık taksitlerini ödeyememektedir.

Sanayicinin önü açılmalı

Banka kredileri ile yatırım yapmış olan firmalar kriz patlaması ile beraber üretim siparişlerinin iptal edilmesi ve aynı zamanda azalması, firmaların aylık cirolarını önemli ölçüde düşürmüştür. Durum öyle bir hale gelmiştir ki, ciroların yapmış olduğu karlar, kullanılmış banka kredilerinin aylık ödemelerine yetmez durumdadır. Firma yöneticileri banka ve yatırım borçlarını, ikinci bir kredi ile ödeme yoluna gitmiştir. Alınan bu krediler gün ve gün büyüyerek ödenemez hale gelmiştir. Bankalardan alınan krediler firma kurtarma operasyonundan ziyade firma batırma operasyonuna dönüşmüştür. Kriz nedeni ile firmalar alacak cari hesaplarını tahsil etmekte zorluklar yaşamaktadırlar. Firmaların bu sıkıntılardan çıkabilmesi için bankaların en az bir yıl ödemesiz, iki yıl faiz ödemeli, üç yıl geri ödemeli krediler temin edilerek sanayiciye ciddi bir şekilde rahatlatma, finansal olarak önünü açma ve sanayici kurtarma operasyonunu sağlamaları gerekmektedir. Kısa vadeli krediler sanayiciyi hiçbir şekilde kurtarma operasyonu olarak düşünülemez. En azından KOBİ işletmelerine KDVsini dahi ödemiş oldukları batık firmalardan tahsil edemedikleri alacakları için uzun vadeli kredi desteği sağlanmalıdır. Mahkemelik olan firmaların mahkeme kararı ile alacaklarını tahsil etmeleri çok uzun bir sürece yayılmakta birlikte, bu kriz döneminde alacağını tahsil edebilmeden ziyade mahkeme masrafları da firmaların üzerinde yük kalmaktadır.

Döviz girdilerinin artırılması

Ülkemizde son yıllarda Dünyada rekabet edebilecek çok sayıda irili ufaklı KOBİ işletmeleri faaliyet göstermektedir. Bu firmalar dünya kalite standartlarında son yıllarda tercih edilebilir konuma gelmişlerdir. Kullanılan hammadde veya yarı hammaddeler yurt dışından temin edildiği için dünyadaki hammadde üretici firmaları ile ülkemizdeki hammadde maliyetleri farkı ortaya çıkmaktadır. Bu hammaddelerle ihracat yapabilmemiz için bir hammadde nakliye girdisi bir de mamul ürünün ihracat maliyetlerine eklendiğinde dünya piyasalarında rekabet edebilirliğimizi azaltmaktadır. Ülkeye döviz getirebilmek için uygun maliyetli fiyat vermemiz gerekmektedir. Bu nedenden dolayı ihracat yapan firmalara ihracat yol masraflarının devlet tarafından karşılanması gerekmektedir. Üretim sektöründe vergilerin düşürülmesi ülkede ki yatırımların üretim sektörüne kaymasına, ihracatın artmasına dünya ile rekabet edebilir bir ülke haline gelmemize bu nedenle döviz girdilerimizin kat kat yükselmesine neden olacaktır.

Ben yıllarca üretim sektöründe bir işveren olarak ülkemizin refaha kavuşabilmesi için toplumumuzun tüketici değil üretici bir toplum haline gelmesi düşüncesindeyim. Yoksa birileri biz ürettik buyurun baylar siz yiyin demez.

Kaynak/www.subconturkey.com

22 Aralık 2011 Perşembe

Yılı en iyi bilançoyla kapatacak sektörler

Karlılıkta performans olarak sanayi hisseleri öne çıkacak
Haber : Gözde Yeniova / 04.12.2011

2011 yılı dokuz aylık dönemde şirketlerin net kârı İMKB’de bankacılık sektöründe yüzde 7, diğer sektörlerde ise toplamda yüzde 23 geriledi. Söz konusu düşüşte bankaların faiz marjının daralması ve döviz borçlu şirketlerin kur zararları etkili oldu.
TL zayıf seyrini devam ettirse de, dördüncü çeyrek kur farkı giderlerinin üçüncü çeyreğe göre daha az olması bekleniyor. Bundan dolayı net kârların 2011 yılı üçüncü çeyreğe göre daha iyi ancak 2010 yılı dördüncü çeyreğe göre daha kötü olabileceği ifade ediliyor.
2012 yılında ise TL’nin daha istikrarlı olması bekleniyor. Bu paralelde büyüme yavaşlasa da kur zararları azalacağı için banka dışı sektörlerde net kârlılık olarak daha iyi performans görebiliriz. Bankacılık sektöründe ise 2011 yılı kârlılıklarının korunması beklenebilir.
Tüm bu beklentiler dahilinde önümüzdeki dönemde açıklanacak dördüncü çeyrek kârları ve 2012 yılı bilançoları tahminlerine yönelik bir araştırma yaptık. Aracı kurumlara hangi sektör ve şirketlerin kârlarıyla ön plana çıktığını sorduk. Bununla birlikte endeksin yıl sonuna kadar nasıl performans göstereceği yönündeki beklentileri aldık. Geçen 10 yıla bakıldığında İMKB’nin aralık aylarında ortalama yüzde 6.6 artış gösterdiği görülüyor. 2009 yılında 2008’e göre yüzde 16.5 yukarıda performans gösteren İMKB, 2010 yılı aralık ayında ise yüzde 1 yukarıdaydı. Bu yıl sonu beklentileri ise aşağı yönlü… Geçen yılı 66.004 seviyesinden kapatan endeksin bu yılı 56.500- 57.000 seviyelerinden kapatması bekleniyor.

Volatilite sürecek
Avrupa bölgesindeki sorunlar sürerken yeni çözüm haberleri de endeksi etkilemeye devam ediyor. Geçen hafta Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB), piyasalara dolar likiditesi sağlamak üzere Kanada, ABD, İngiltere, Japonya ve İsviçre merkez bankalarıyla anlaştıklarını bildirmesiyle piyasalar toparlandı. 9 Aralık’taki AB liderler zirvesindemali birliktelik yolunda yapısal adımların atılması ile birlikte ise endeksin yukarı yönlü harekete geçmesi bekleniyor. Şeker Yatırım yayınladığı aylık strateji raporunda Avrupa’da devam eden borç krizi nedeniyle kasım ayında gerileyen global piyasalara paralel sert bir düşüş sergileyen İMKB’nin, aralık ayında da yurt dışına paralel dalgalı seyrini sürdüreceği ifade ediliyor.
Raporda volatilitenin yüksek kalmaya devam etmesinin beklendiği belirtiliyor. Bu paralelde yatırımcıların, özellikle hisse senedi piyasalarında cazip seviyelere yaklaşan değerlemelere karşın temkinli duruşlarını korumaları öneriliyor.

Beklenti aşağı yönlü
9 Aralık’taki AB liderler zirvesinde mali birliktelik yolunda yapısal adımların atılmasıyla İMKB-100 endeksinin 56.500 seviyelerinden yılı kapatmasını beklediğini söyleyen Turkish Yatırım Araştırma Müdürü Mehmet Baki Atılal, “Eğer liderler zirvesinden yine ortak sonuç alınamazsa 51.500-52.500 bandında yılı kapatmamız sürpriz olmaz” diyor.
Gedik Yatırım Araştırma Uzmanı Serap Kaya, İMKB’nin geçmiş dönemlerde yıllık performansına bakıldığında, global ekonomik krizin yaşandığı 2008 yılı hariç yıl sonunda çoğunlukla primli geçirdiğinin görüldüğünü belirtiyor. “Ancak 2011 yılında AB ülkelerinin borç krizi ve fonlama sıkıntıları derinleşerek satışlarla karşı karşıya kalındı. 30 Kasım’da Merkez Bankaları’nın adımı sonrası gelen rahatlamanın uzun soluklu olamayacağını dikkate almak gerekirse, direnç seviyelerine yaklaştıkça kâr satışlarının da yoğunlaşması beklenebilir” ifadesinde bulunan Serap Kaya, endeksin yılbaşı seviyesinin yüzde 14 altında kalarak 56.500 seviyelerinde seyredeceğini düşünüyor.
İyi kâr performansları
İMKB’de yıl sonunda etkili olacak bir faktör de dördüncü çeyrek bilançoları olacak. Kârlılıkta sanayi sektöründe genelde olumlu bir seyir, bankacılıkta olumsuz bir seyir gözleniyor. Bu durum devam edebilir. Bunun yanında yılın dokuz ayında görece olumlu tamamlayan dayanıklı tüketim malları sektörü ile otomotiv sektöründe son çeyrekte kârlılıkta yavaşlama görülse de bu sektörler yılı olumlu bir şekilde tamamlayacaklar.
Genel itibariyle yılın ilk yarısındaki büyümenin de etkisi ile bankacılık sektörü dışında, şirketlerin kârlılık bakımından yılı yüzde 20-25 yükselişle tamamlamaları bekleniyor. A Yatırım Araştırma Müdürü Seyfullah Esen, son çeyrekte daha çok esas faaliyet kârlılığı yüksek olan ancak son bir yıllık dönemde net döviz borcu nedeniyle kârlılığı düşmüş olan şirketlerin ön plana çıkmasını bekliyor. Çünkü TCMB’nin faiz koridorunu genişletmesine bağlı olarak TL’nin tekrar değer kazanması nedeniyle sözkonusu şirketlerin kur zararı azalacak ve esas faaliyet kârlılıkları ön plana çıkacak.
Kârlılıklar üzerinde TL’nin değer kaybının durmasının etkisini gözlemleyeceğimizi söyleyen Seyfullah Esen, “Ek olarak yüksek TL bazında yüksek nakiti olan şirketler, yükselen faizlerden daha fazla gelir elde edebilecekler. Sözkonusu şirketler arasında Gübretaş ve Aselsan’ı sayabiliriz” diyor.

Öne çıkan sektörler
Metro Yatırım Menkul Değerler Kurumsal Finansman Araştırma Uzmanı İsmail Mercankaya’ya göre şirket kârlarında üçüncü çeyreğe göre bir yavaşlama beklemekle birlikte, üçüncü çeyrekte olumlu bilanço açıklayan Bagfaş, Anadolu Cam, T.Şişecam, Erdemir yine olumlu bilanço açıklayabilir.
Daha önce olumlu bilanço açıklayan otomotiv sektörü kârında yavaşlama görüleceğine dikkat çeken İsmail Mercankaya, “Ayrıca son çeyrekte dolar kurundan kaynaklanan bilançolardaki oynaklık azalacak. Banka kârlarında ise yıllık bazda üçüncü çeyrektekine paralel bir düşüş görülebilir” diyor.

5 favori sektör
Mehmet Baki Atılal ise beyaz eşya, çimento, cam, bilişim ve madencilik sektöründen şirketlerin ön plana çıkmasını bekliyor. Atılal; Arçelik, Vestel, Akçansa, Bolu Çimento, Soda Sanayii, Anadolu Cam, Aselsan, Erbosan, Tav Havalimanları Holding, Burçelik Vana, gibi sanayi şirketlerinin ve bankalardan da Halkbank ile Garanti Bankası’nın iyi performansını bekliyor.
Serap Kaya’ya göre de gübre sektörü, çimento, tekstil, kağıt-ambalaj, dayanıklı tüketim malları, madencilik sektörleri faaliyetleri açısından 2010 yılı dördüncü çeyreğine göre daha olumlu sonuçlar açıklayacak. Gübretaş’ı ve Bagfaş’ı öneren Kaya, dayanıklı tüketim malları sektöründe Arçelik, madencilik sektöründe yüksek seyreden altın fiyatları dolayısıyla Koza Altın ve Park Elektrik Madencilik’in daha iyi bilanço açıklamasını bekliyor.

kaynak/ekonomist

2.5 ayda 800 daire sattı, ikinci etap satışa başladı

Teknik Yapı'nın TOKİ iştiraki Emlak Konut GYO ile birlikte, hasılat paylaşımı modeliyle Tuzla'da gerçekleştirdiği Evora İstanbul projesinin ikinci etebı satışa sunuldu



Teknik Yapı'nın TOKİ iştiraki Emlak Konut GYO ile birlikte, hasılat paylaşımı modeliyle Tuzla'da gerçekleştirdiği Evora İstanbul projesinin ikinci etebı satışa sunuldu.

Evora İstanbul projesinin ikinci etabını oluşturan Evora İstanbul Marmara'daki 863 daire 90.000 liradan başlayan fiyatlarla satılıyor.

Teknik Yapı Holding Başkanı Nazmi Durbakayım, projenin tanıtımı amacıyla düzenlenen basın toplantısında yaptığı konuşmada, bu mücevheri işlemeye başladıklarını, bir kenarının kesiminin yapıldığını ve gayet güzel şekli almaya başladığını, bugün de diğer parçasını işlemeye başladıklarını belirtti.

Evora İstanbul'un Ekim ayında satışa sunulan 1.509 dairelik ilk etabının beklentilerin üzerinde bir ilgi gördüğünü ve projenin yüzde 60'ının satıldığını vurgulayan Durbakayım, ''Evora İstanbul Marmara'yı, 2012'nin ilk günlerinde satışa sunulacak şekilde hazırlamıştık. Ancak ilk etap için gelen misafirlerimizden her üç kişiden biri deniz manzarası istediği için ikinci etabı, ilk etapta yer alan daire satışları yüzde yüz tamamlanmadan yaklaşık bir ay önce satışa sunduk'' dedi.

Marmara denizi manzarasına sahip projenin ikinci etabında dairelerin stüdyo, 1+1, 2+1, 3+1 ve 4+1 tipi şeklinde olacağını, projenin tesliminin Haziran 2014 tarihinde gerçekleşeceğini ifade eden Durbakayım, satışa çıkarılan bölümde ayrıca bir tıp merkezi ve 23 adet ticari birim yer alacağını kaydetti.

Durbakayım, Evora İstanbul Marmara'da yer alan 14 blokta toplam 863 daire yer aldığını, metrekare birim fiyatı 1.731 liradan başlayan Evora İstanbul Marmara'da stüdyo dairelerin 90 bin lira, 1+1 dairelerin 107.100 lira, 2+1 dairelerin 169.600 lira, 3+1 dairelerin 237.200 lira ve 4+1 dairelerin 327.900 liradan başladığını belirtti. Durbakayım, konutlara ilk satışa göre yüzde 5 oranında zam geldiğini de açıkladı

Evora İstanbul Marmara'daki dairelerin yüzde 7 peşinat avantajı ve uygun ödeme koşullarıyla satışa sunulduğunu ifade eden Durbakayım, tutsat (mortgage) kredilerine bağlı olarak, banka kredisi kullanmak isteyenlerin ödemek zorunda olduğu yüzde 25 peşinat için Teknik Yapı Holding'in finansman desteği sağladığını, bu kapsamda yüzde 7 peşinat ödeyerek daire almak isteyenlerin kalan yüzde 18'lik oranı 12, 18 ve 24 ay olmak üzere 3 eşit ay şeklinde vadelendirdiğini, daire bedelinin kalan yüzde 75'i için banka kredisi kullandırdığını anlattı.

Durbakayım, ''Evora İstanbul projesine 15-18 bin arasında bir nüfus gelecek. Marmaray'ın bizim projeden önce bağlanacak olması bir şans'' dedi.

Soruları da yanıtlayan Durbakayım, hitap ettikleri kesimin ihtiyacı için konut aldığını, yöneldikleri kesimin ihtiyacının 2012'de de aynı şekilde devam edeceğini, konut üreticilerinin ümitsiz olmaması gerektiğini, ocak ayının sonuna doğru belki bu biraz sisli havanın da dağılacağını vurguladı.

''Projeyi 2,5 ayda yaklaşık 30 bin kişi ziyaret etti''

Nazmi Durbakayım, Evora İstanbul'da satılan konut sayısının 800 adet olduğunu, projeyi 2,5 ayda yaklaşık 30 bin kişinin ziyaret ettiğini kaydetti.

Projede taahhüt edilen cironun 1 milyar lira olduğunu söyleyen Durbakayım, ancak hedeflerinin 1,5 milyar lira olduğunu, şu anda da 100 milyon liranın realize edildiğini belirtti.

Yerli ürün kullanmayla ilgili olarak da Durbakayım, yerli sanayinin kalkınması için yerli ürüne yönelmek gerektiğini, yerli ürün kullanmanın memleket için büyük bir gereksinim olduğunu ifade etti.

Emlak konut GYO Genel Müdür Yardımcısı Hakan Akbulut da 2010 yılında 7 bin 700 konut satmış olan Emlak Konut'un bu yıl satış rakamını kasım ayı itibariyle 11 bin 500'e taşıdığını, yıl sonunda bunun daha da yükseleceğini kaydetti.

Tuzla'da Emlak Konut'un 4 projesi bulunduğunu söyleyen Akbulut, burada yaklaşık 7 bin konut ve ticari ünitenin yapımının devam ettiğini kaydetti.
kaynak/www.patronlardunyasi.com

Fransa'ya karşı hangi yaptırımlar uygulanacak

Erdoğan Fransa parlemontosu tarafından kabul edilen Ermeni tasarısının ardından bu ülkeye uygulanacak yaptırımları açıkladı

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Fransa parlemontosu tarafından kabul edilen Ermeni tasarısının ardından bu ülkeye uygulanacak yaptırımları açıkladı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç ile yaptığı görüşmenin ardından ortak açıklama yaptı. Erdoğan toplantıda şunları söyledi.

- Soykırım yasası oylanarak kabul edildi. Tabi Türkiye-Fransa ilişkilerinde ağır yaralar açacaktır. Enteresan bir durum daha var. 1979'da Paris'te Paris Turizm Ateşesi bir terör saldırısıyla katledildiği günde kabul edilmesi ayrıca anlamlıdır. Tabi çok daha enteresan durum var. 577 vekilden oluşan Mecliste böyle hassas önemli bir oylama 10'da biri ile gerçekleşmiş olması daha manidardır. Bunlar ne kadar ciddiyetten uzak, nasıl anlayıştır nasıl sulandırılmış oylamadır anlamak mümkün değil. Bu gelişim isabetsizdir. Biz bu kararı Türkiye olarak şiddetle kınıyoruz. Aramızdaki ilişkiler 50 yıllık değil çok daha geçmişe dayalıdır. Şu anda maalesef farklı bir yönetimin sadece siyasi hesaplar içinde olan Sarkozy'in ne yazıkki bu seçimler için feda ettiği bir süreçtir.

- Açık söylüyorum. Bu oylama Türkiye'den ziyade Fransa'ya çok büyük bir haksızlıktır. Şimdi ben şu soruyu soruyorum. Fransa'da düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü var mı. Cevabı da ben veriyorum: Yok.Bu özgür tartışma ortamını ortadan kaldırmıştır. Ne yazıkki Fransız ihtilalinin simgeleri olan Eşitlik, Özgürlük, Kardeşlik Fransız meclisi tarafından ayaklar altına alınmıştır.

- Bunun çok daha önemli boyutunu gündeme getirmek istiyorum. Bu oylamada cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde ırkçılık, yabancı düşmanlığı üzerinden siyaset yapma vardır. Fransa'da sırıf kişisel ihtiraslar seçim kazanma uğruna Türk düşmanlığı genelde de İslamafobi Avrupa ve Avrupa'nın savunduğu değerler açısından sakıncalıdır. Son derece kasıtlı son derece art niyetli karara sessiz kalmamız mümkün değildir.

- Burada şunu ifade etmekte fayda var. Fransa halkının gerçekleri öğrenmesi için bu girişimi tüm boyutlarını görmeleri için bilgilendirme çalışmalarımızı sürdüreceğiz.

- Sadece Fransa halkını değil Afrika halkını da bilgilendireceğiz. Ortadoğu'yu bilgilendireceğiz. Bugüne kadar unutturulmak istenen soykırımları biz dünyadaki ülkeleri dolaşarak anlatacağız. Bu ırkçı ayrımcı tavrı anlatacağız. Bizim tarihimizde böyle bir soykırım yoktur. Bunu kabullenmiyoruz. Şu anda ülkemizde resmi gayriresmi olmak üzere 100 bin Ermeni yaşamaktadır. Bunları bir kısmı vatandaşımız bir kısmımız da vatandaş olmayan ülkemizde bulunanlardır. Burada bir tespit daha yapacağım. Tarih bilmeyenler ülkemde Yahudi soykırımından bahsediyorlar. Onlara da tarihi iyi okumalarını tavsiye ediyorum. Endülüs'ten kaçıp Türkiye'den kabul gören ecdatlarına sorsunlar. Fransa ile ilişkilerimiz gözden geçiriyoruz. Bundan sonra Fransa tavrına göre biz de tedbirlerimizi hayata geçireceğiz. Şu anda istişareler için büyükelçimizi Ankara'ya çağırıyoruz. Şu andan itibaren ikili düzeyde gerçekleştirilmesi gereken seminer, eğitim, kurs gibi faaliyetleri iptal ediyoruz. Avrupa Birliği çerçevesinde Fransa ile işbirliiğine gitmeyeceğiz. Fransa ile hertürlü siyasi istişareyi durduruyoruz. Askeri faaliyetler ve tatbikatları iptal ediyoruz. Askeri uçuşlar için toplam veriler 3 uçuş ve inişleri iptal ediyoruz. Her uçuş için ayrı izin uygulamasına geçiyoruz. Askeri gemilerin liman ziyaretleri için izin başvurularını bugünden itibaren reddediyoruz. Türkiye-Fransa ekonomik toplantısına katılmıyor bu toplantıyı gerçekleştirmiyoruz. Altını çizerek ifade ediyorum. Bu ilk aşamadır. Bunun devamı da gelecektir.

- Fransa Ulusal Meclisi'nde teklife karşı çıkan ve karşı oy kullanan parlamenterlere de teşekkür ediyorum. Hatta bazı hükümet üyeleri de sağ duyulu bir imtihan vermiştir. Sağduyunun aklıselimin önümüzdeki sürece hakim olmasını Türkiye-Fransa ilişkilerini geriye dönülmesi yere götürmemelerini temenni ediyorum.

- Şunu da dost düşman bilmeli. Biz tarihimizle gurur duyuyoruz. Bizim veya bizi sıkıntıya düşürecek bir tarihimiz yok. Tarihimizde yaşanan her türlü olayla yüzleşiyoruz. Her zemnde en güçlü şekilde savunuyoruz. Biz bütün arşivlerimizi açtık. Başkalarının varsa onlar da açsın. Gelsin buralarda çalışsınlar. Tarih parlamentolarda oylamalarla yazılmaz Olsa olsa çarpıtılır. Tarihi çarpıtanları tarih de halklarda affetmeyecektir.
kaynak/patronlardunyasi.com

İyi ki Türkler fethetmiş

Macaristan Cumhurbaşkanı Pal Schmitt, İspanyol ABC isimli günlük gazeteye verdiği demeçte, ''Türkler tarafından 150 yıl boyunca idare edilmemizi şans olarak tanımlıyorum'' dedi.


Macaristan'ın AB dönem başkanlığının yanı sıra çıkardığı yeni medya kanunu ile ilgili İspanyol gazetesine açıklamalarda bulunan Macaristan Cumhurbaşkanı Pal Schmitt, Türkiye'nin AB üyeliği hakkında da konuştu.

Macar Cumhurbaşkanı, gazeteye yaptığı açıklamada, ''Türk siyasetçilerle sık sık bir araya gelerek Türkiye'nin AB üyeliği hakkında uzun görüşmeler yaptım. Yaklaşık 100 milyonluk Müslüman bir ülkenin AB'ye alınması için zaman gerekiyor'' ifadesini kullandı.

Schmitt, 1541-1686 yılları arasında Türkler tarafından idare edilen Macaristan'ın, çok şanslı olduğunu vurgulayarak, Cumhurbaşkanı Schmitt, ''Türkler tarafından 150 yıl boyunca idare edilmemizi şans olarak tanımlıyorum. Ülkemiz Türkler değil de başka bir millet tarafından alınsaydı, dilimizi ve dinimizi değiştirmemizi isteyeceklerdi, biz de asimile olacaktık. 150 yıl boyunca Macaristan Türkler için stratejik bir yer oldu'' dedi.

Kanuni Sultan Süleyman 1541 yılında Budin'i feth etmiş, Budin 1686 yılına kadar tam 145 yıl boyunca, Macaristan'ın bazı yerleri ise 160 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu egemenliği altında kalmıştı..

8 Aralık 2011 Perşembe

Olası krize karşı KOBİ'lere altın öneriler

KOBİ'lerin bu dönemde atacağı en doğru ve en yanlış adımlar...
Haber : Ekonomist Online / 11.09.2011
Küresel ekonomi yeni bir kriz tehlikesi ile sarsılıyor. Küresel ekonominin bir parçası olan Türkiye ekonomisinin olası bir krizden ne şekilde etkileneceği ise hala kafalarda soru işareti olarak duruyor. AB bankalarının sıkıntıya düşmesi, kredi ve teminat bulmanın güçleşmesi, sermayenin kendine daha güvenli limanlar aramaya başlaması, tüketim talebinin ertelenmesi krizlerin bildik görüntüleri. Türkiye’nin ise bu tablonun neresinde olduğunu ilerleyen günler gösterecek.
Zira Türkiye ekonomisi 2008 krizinin ardından hızlı bir toparlanma sürecine girmişti. 2010 yılında yüzde 8,9 büyüyen Türkiye, 2011’in ilk çeyreğinde yüzde 11’lik rekor bir büyüme oranına imza attı.
Ancak Türkiye ekonomisinin yumuşak karnı olan cari açık sorunu ilerleyen dönemde Türkiye’nin karşısına büyük bir baş ağrısı olarak çıkacağı yönünde endişeleri de beraberinde getiriyor.

Kaybedecekler, kazanacaklar
Biz kapak haberimizde KOBİ’lerin olası bir kriz döneminde hatta bugünden itibaren nasıl bir tedbir alması gerektiğini sorguladık. Farklı sektör yetkililerinden aldığımız görüşler doğrultusunda, KOBİ’lerin olası krizden özellikle ihracat ayağında çok fazla etkileneceğini ifade edelim.
Peki, bu durumda KOBİ’ler ne yapmalı, ne gibi tedbirler almalı? Ya da ne yapmamalı…
Özetle değişimi okuyamayan KOBİ’lerin piyasalardaki dalgalanmalardan ciddi yara alacaklarını belirtmek gerekiyor. Girdiği pazarı iyi analiz edemeyen, müşterinin ihtiyaçlarını zamanında tespit edip ona göre kendisini yapılandıramayan KOBİ’lerin bu dönemi kolay atlatamayacağı ifade ediliyor. Ancak teknolojiyi yakından takip eden, inovasyonu şirket kültürü haline getiren, yeni pazar arayışında olan KOBİ’lerin yaşanacak olası bir krizden büyüyerek çıkacakları ise yine sektör yetkililerin ortak görüşü… İşte sektörün önemli isimlerden KOBİ’lere tavsiyeler:

“Ekonomi soğutmaya çalışılıyor”
2008 krizinin ardından alınan para ve maliye politikalarının etkinliğinin o dönemde ciddi olarak tartışıldığını, kriz sonrası alınan önlemlerin yetersiz olması nedeniyle bugün bu noktaya gelindiğini söyleyen Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Mehmet Büyükekşi, alınan önlemlerin AB ve ABD’de bankaları kurtarmaktan öteye bir vizyon içermemesi yüzünden tüm dünyada reel sektöre giden kredilerin kesilmesine yol açtığını belirtiyor. “Bunun sonucunda ne ABD’de ne AB’de ekonomilerin büyümeleri istenen seviyeye çıkmadı. İstihdam oranları kayda değer gelişim sağlanamadı. Beklentiler, bu iki küresel kutbun uzun süreli durgunluğa girmesi doğrultusunda yoğunlaşıyor” diyen Büyükekşi şöyle devam ediyor:
“Nitekim ABD Merkez Bankası FED de 2013 yılı ortasına kadar faiz oranlarını düşük tutacağını açıklayarak durgunluk süresini ortaya koymuş oldu. Gelişmiş ekonomiler, ciddi borç problemleri, yetersiz mali önlemler, büyüyemeyen ekonomiler ile boğuşurken Türkiye’nin bu süreçte pozitif bir ayrışmaya doğru gittiğini gözlemliyoruz. Türkiye, gelişmiş ülkelerin karşı karşıya oldukları ve çözüm getirmek için büyük çaba sarf ettikleri problemlerle uğraşmıyor. Türkiye’nin ne aşırı borç sorunu var, ne de yavaşlayan ekonomiyi hızlandırma derdinde. Tam tersine Türkiye ekonomisi 2008 krizinin ardından hızlı bir toparlanma sürecine girdi. 2010 yılında yüzde 8,9 büyüyen Türkiye, 2011’in ilk çeyreğinde yüzde 11’lik rekor bir büyüme oranına imza attı. Şimdi Türkiye, dış dünyada yaşanan kriz rüzgârından daha az etkilenmek için ekonomisini sağlıklı adımlarla soğutmaya çalışıyor.”

“Kriz olsa da olmasa da Türkiye’deki yapılanmasına baktığımızda mutlaka aynı konuda üretim yapan KOBİ’lerin birleşerek, ortak çalışma yürütmeleri şart. Bu tür durumları fırsata çevirmek için KOBİ’lerin bazı niteliklere sahip olmaları gerekir. Örneğin finansal açıdan güçlü olmaları, fark yaratmaları, kaliteli üretim yapmaları, verimli çalışmaları gerekir. Bunlara sahip olan KOBİ’ler kriz sonrasında çok daha güçlü bir konumda olacaklar. Eğer gerçekten bu niteliklere sahipseniz Avrupa’da zor durumda olan başka KOBİ’lerin markalarını satın alabilirsiniz. Aslında karşımıza çıkan en büyük fırsat budur.”

Afrika ülkelerine açılın
Ege Genç İşadamları Derneği (EGİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Temel Aycan Şen Türkiye’nin olası bir krizden etkilenme derecesinin düşük olacağını düşünüyor. Ancak reel ekonomide özellikle sanayi ve ticaret boyutu açısından durumun pozitif olmayacağını belirten Şen, “AB’nin Türkiye’nin ihracatında hala ağırlıklı bir payının olması çeşitli sektörlerde ciddi bir durgunluk yaratabilir. Gıda sektörü dışındaki hemen tüm sektörleri etkileyecek bu olumsuzluk kısa süreli olmayacak” diyor.
KOBİ’lerin çeşitli sektörlerin tedarik zinciri içinde önemli bir role sahip olduğuna dikkat çeken Şen, ihracatta yaşanacak durgunluk ve düşüşlerin ilk etapta KOBİ’leri zora sokabileceğini ve birçok firmanın üretimi durdurmalarına ve yeni bir işas dalgasına yol açabileceğini savunuyor.
Bu dönem ve bundan sonrası için KOBİ’lerin etkin bir finansal yönetim stratejisi ile birlikte iç ve dış pazarlarını çeşitlendirmeleri ve ihracat yapmayan KOBİ’lerin AB dışındaki yeni ve potansiyel vaat eden ülke pazarlarına yönelmelerini tavsiye eden Şen, “Krize borç yükü ile yakalanan KOBİ’lerin borç yapılandırması ile vadeleri uzatmaları gerekiyor. Firmanın finansman, tedarik, üretim ve pazarlama politikalarını baştan sona gözden geçirmesi zorunlu. Afrika ekonomileri gibi küresel ekonomi ile henüz finans ve reel sektör boyutunda fazla bütünleşemeyen ülkeler küresel krizlerin etkilerini daha hafif hissettiklerinden bu ülkelere yönelmek iyi bir strateji olacak” diyor.

“Satamayacağınız malı üretmeyin”
KOBİDER Başkanı Nurettin Özgenç ise özellikle dar sermayeleriyle işletmelerini ayakta tutabilmek gayretinde olan küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin bu tür çalkantılı durumlarda imal ettikleri ürünlerin satışını yapamadıklarından daha fazla etkilendiğini söylüyor. Krizin Avrupa ülkelerinin birçoğuna yansıması halinde Türkiye’nin olası krizden derinden etkilenebileceğine işaret eden Özgenç, ancak Türkiye ekonomisinin büyümede geçmiş dönemlere göre karşılaştırılamayacak kadar sağlıklı bir şekilde ilerlediğini ve finansal istikrar açısından çok daha iyi durumda olduğunu da sözlerine ekliyor.
“Türkiye’de iştigal eden finans kuruluşları kriz lafı çok telaffuz edildiğinde ve krizin esintileri ülkemizde hissedildiğinde kredi musluklarını anında kısıyorlar” diyen Özgenç’in KOBİ’lere bu dönem için tavsiyeleri ise şöyle:
“Böyle durumlar ile karşı karşıya kalındığında KOBİ'lere tavsiyemiz fazla borçlanmamaları, stoklarını büyütmeden üretimi asgariye çekmeleri ve satamayacakları malın üretimini durdurmaları gerektiğidir. Aksi halde stoklar şişer ve ödemelerde sıkıntı yaşanabilir. Bu sefer kredi bulmanın peşine düşerler. Bankalarında bu durumda kredi açmaması halinde arzu edilmeyen durumlar ile karşı karşıya kalınabilir. İşletme sahipleri sermayesinin üçte birinden fazla borç altına girmemelidir. Devlet ihracatçı KOBİ'lerin kılavuzu olmalı. Fuar ve organizasyonlara katılımları sağlanmalı hatta kendi isteğine bırakılmamalı bizzat götürülmeli.”

http://www.ekonomist.com.tr

AB'nin yeni can simidi Euro'yu kurtarır mı?

Uzun süreli çözüm beklemek için henüz erken.
Haber : Kıvanç Özvardar / 30.10.2011
Uzun bir aradan sonra Euro, geçen hafta ilk kez rahat bir nefes aldı. Çarşamba günkü Euro Bölgesi liderlerinin heyecanlı zirvesinden sonra Euro yeniden yükselişe geçti. Anlaşmanın yarattığı olumlu havayla Euro, dolar karşısında 1.40’ı geçerek yedi haftanın zirvesine çıktı.
İç piyasalarda ise Merkez Bankası’nın TL’yi güçlendirme planının etkisiyle dolar, 1,75’in altına geriledi. Avrupa hisse senedi piyasaları kararı olumlu karşılarken, Asya borsaları da artıda kapandı. İMKB Endeksi ise haftanın son günlerinde yüzde 2’lik değer kazancıyla 57.000 puanı zorladı. Zirve sonrası konuyla ilgili Citibank analisti Osamu Takashima “Özel kreditörler (borç veren özel kişi ve kuruluşlar) için borçların silinmesi gibi birçok detay nihayet açıklığa kavuştu, bu durum Euro’ya büyük destek verecek” diyor.
Piyasanın tepkisi ise yatırımcıların ne kadar büyük bir sabırsızlıkla Euro borç krizindeki belirsizliğin sonlanmasını beklediklerini ortaya koyuyor. Bu belirsizlik, Avrupa ekonomilerinin 2012’ye ilişkin tahminlerinin üzerine kara bulutlar örtüyordu. Bölge ekonomileri, ekonomik büyüme tahminleri üzerinde birbiri ardına düzeltmeler yapıyordu:
Alman hükümeti, bu yıl için önceden yüzde 2,9 olarak yaptığı GSYİH büyüme tahminini yalnızca yüzde 1,0 olarak revize etmişti. Fransız hükümeti de kısa bir süre önce 2012 için belirlediği yüzde 1,75’lik büyüme tahminini tutturamayacaklarını açıklamıştı. Yüksek borcuyla dikkat çeken İtalya da Avrupa Komisyonu’nun tahminine göre yalnızca yüzde 0,7 büyüyecek.
Berenber Bank’ın başekonomist Holger Schmieding, “Euro Bölgesi ülkeleri büyüyen durgunluk tehlikesinden sorumlular” diyor. Birçok ekonomist de ekonomideki bu gerilemenin en önemli nedenini henüz çözülemeyen borç krizi olarak görüyor.

Hedefler farklı
Ancak Avrupa hükümetleri birbiri ardına toplanırken belirsizliğe bir son verilmesi zor. Anlaşmaya varılması güç, çünkü Euro bölgesi ülkeleri birbirinden çok farklı hedeflere sahipler: Bir yandan güneydeki İtalya, Portekiz ve İspanya olmak üzere yüksek borçlu ülkeler, borçlarını ödeyecekleri konusunda yatırımcıları ikna edebilmek için, Yunanistan’ın durumunun bulaşıcılığı korkusuyla kurtarma fonunun genişlemesini ve etki alanının artırılmasını talep ediyor.
Öte yandan ise Almanya, Finlandiya ve Hollanda gibi kuzeydeki ülkeler özel kreditörlerin borçların büyük oranda silinmesi önerisini kabul etmeleri için bastırıyorlar-bu durum güneyli ülkeler için yatırımcıları korkutması açısından büyük endişeler uyandırıyor.
Bu durumda hem ekonomisi en iyi durumda, hem de bankaları Yunanistan borçlarının silinmesinden olumsuz anlamda en çok etkilenecek ülkelerden bir olan Fransa, bir ara ülke pozisyonunda bulunuyor. Bununla birlikte kuzey ülkeleri, EFSF’ye (Avrupa Finansal İstikrar Fonu, yani Euro’yu kurtarma fonu) en büyük katkıda bulunduklarından daha çok müzakere gücüne sahip.

Zirveden çıkan karar
Geçen hafta çarşamba günkü Brüksel zirvesinde Avrupalı liderler, en azından kısa dönemli sorulara bir çözüm getirmiş oldular. Zirveden çıkan kararlarla kurtarma fonu EFSF’nin kapasitesi artırıldı, bankaların sermaye yapısı yeniden düzenlendi ve Yunanistan’ın borcunun önemli bir bölümü silindi. Silinen bu miktar, üç ay önce kararlaştırılan borçların yüzde 21’inin silinmesinden de daha fazla. Yalnızca özel borçların bir bölümü silineceğinden-örneğin Avrupa Merkez Bankası’na olan borçlar değil- Yunanistan’ın silinen borcu 100 milyar Euro civarında olacak.
Ancak borç silinmesi Yunan ve uluslararası bankalar için yeni bir çalkantıya neden olabilir. İşte bu nedenle Avrupalı hükümetler, bankaların sermaye yapılarının yeniden düzenlenmesi sorununu da çözmek zorundalar


Avrupa bankaları, Yunanistan ve muhtemelen diğer ülkelerin tahvillerini ciddi bir oranda devalüe etmeleri gerektiğinden büyük bir belirsizlikle karşı karşıya. Bankacılık sistemine güveni yeniden sağlamak için Avrupalı hükümetler, Çarşamba günü bankaların ana sermayelerini 100 milyar Euro yükseltmek için zorlama kararı aldılar.
Hedef, 2012 ortasında kadar yüzde 9’luk bir sermaye kotasına ulaşmak. Bu oran şu anda yüzde 4. Söz konusu ana sermaye, bankaların varlıklarını sürdürebilmeleri için krizler ve borçluların borcunu ödememesi gibi durumlarda tampon görevi görüyor.
Avrupa Bankacılık Otoritesi EBA’ya göre bankalar şu anda sermayelerini 106 milyar Euro tutarında yükseltmek zorundalar. En büyük miktar Yunan bankaları için gerekli, daha sonra ise ülke tahvilleri en yüksek risk altındaki İspanyol ve İtalyan bankaları geliyor.

Kurtarma fonu yeter mi?
Avrupa Kurtarma Fonu (EFSF), finans piyasalarına dev garantiler vererek diğer Euro Bölgesi ülkelerine karşı atağa geçmelerini önlemek için oluşturuldu. Fakat görüldüğü gibi yeterince büyük değildi. 440 milyar Euro, İtalya ve İspanya gibi yatırımcıların ilgisinden uzak diğer ülkelerin yeniden finanse edilmesi ihtiyacı karşısında küçük bile kaldı. Kurtarma fonu bir çeşit evrensel silaha dönüştü. Fon, yüksek borç sahiplerine yeni krediler sağlamak, ikincil piyasalardan tahvil alarak ve borç krizinden muzdarip bankalara para enjekte etmek amacını taşıyordu. Ancak kimse tüm bunlar için 440 milyar Euro’nun yeterli olacağına inanmadı.
Almanya gibi fona katkıda bulunan ülke parlamentoları ise yardımın boyutunu daha da artırmak istemedi, çünkü bu durumda hükümetler, fonun gücünü artırıcı “kaldıraç” modelleri oluşturmak zorundaydı. Bunun yolu da hükümetlerin temerrüte düşmesi riski karşısında bir çeşit sigorta oldu. Söz konusu sigorta, yatırımcıların riskini düşürecek ve İtalyan veya İspanyol tahvillerine yatırımı daha çekici hale getirecekti. Ayrıca şu anda Avrupa Birliği, Çin veya Brezilya gibi yükselmekte olan ekonomilerin kurtarma fonuna katkıda bulunmaları arayışında. Bu önlemlerin kurtarma fonunun ateş gücünü 1,4 trilyon Euro’ya çıkaracağı öngörülüyor.

Uzun dönemli çözüm
Uzun dönemde ise Euro krizi ancak Avrupa, güneydeki ülkelerin rekabet gücünü artırmayı ve hükümetlerinin yeni bir borç krizine girmesini önlemeyi aynı anda başarabilirse çözülebilir. Hedef oldukça açık olsa da, ona ulaşma yolu konusunda hala büyük çelişkiler var.
Avrupa’da reform süreci, Euro ülkeleri arasında bölgesel bir ayrılığa neden olarak, daha entegre Avrupalıları içeri alarak, diğerlerinin dışarıda bırakılmasıyla sonlanabilir. Öyle ki; geçen haftasonu yapılan AB zirvesinde Almanya Başbakanı Angela Merkel’in 27 ülke arasında anlaşmaya varılması çok zor olduğu takdirde 17 Euro ülkesiyle anlaşma yapılması konusunda hiçbir sorunu olmadığını söyledi. Bu durumda ise eski AB üyeliği ikinci sınıf bir işe dönüşebilir.

http://www.ekonomist.com.tr

En zengin 100 / Zenginler Kulübü'ne bu yıl kimler girdi, kimler çıktı?

Zenginler Kulübü'ne bu yıl kimler girdi, kimler çıktı?

Haber : Ekonomist Online / 20.11.2011

Türkiye büyüyor, zenginleşiyor. 10 yıl önce dolar bazlı gayri safi milli hasılamız (GSMH) 200 milyar dolar civarındaydı. Geçen yıl ise bu rakam yaklaşık 800 milyar dolara olarak gerçekleşmişti. Bu yıl bunun biraz daha büyümesi bekleniyor.
Şunu vurgulamakta fayda var; Buradaki matematiksel artışın yüksek görünmesini biraz da 2001 krizinde doların aşırı değerlenmesiyle açıklamak gerekiyor. Yoksa GSMH’deki 10 yıllık enflasyondan arındırılmış reel artışın yüzde 35-40 civarında olduğunu söylemek daha doğru olur. Yine de, Türkiye ekonomisinin büyüdüğünü, bunun da toplumun tüm katmanlarına doğru az ya da çok bir gelir artışı şeklinde yansıdığını söyleyebiliriz. Geçen 10 yıl içinde Türkiye’nin zenginlerinin de hem sayısı arttı hem de sahip oldukları servet. Ekonomist’in bu araştırmayı ilk yaptığı yıl olan 2004’te “En Zengin 100” listesinin en tepesindeki gelir dilimini “2 milyar dolar ve üstü’ olarak sınıflamıştık. Geçen yıl listenin zirvesini temsil edenlerin gelir dilimini tanı mlamak için ise ’10 milyar dolar ve üstü’ tanımını kullanmışız. Bu tanımlamalar ve gelir dilimleri aşağıya kadar benzer artışlarla gitmiş. Örneğin 2004 yılında en alt dilimini oluşturan grup 90-100 arasındaydı ve sahip oldukları servet 200-300 milyon dolar olarak belirlenmişti. Bu yılki bu sıralamayı tanımlayan servet ise 300-500 milyon dolardı.

Zengin nüfusumuz 9 bin
Türkiye’nin en zenginleri tabii ki bu 100 kişi ve aileden oluşmuyor. İstatistikler Türkiye’nin en varlıklı, yani milyoner tabir edilen, harcama konusunda hiçbir sıkıntısı olmayan aile sayısını 2 bin 200-2 bin 300 arasında olduğunu gösteriyor. ‘En zengin’i temsil eden nüfus ise 9 bin civarında. Bu nüfusun yıllık ortalama gelir hanesine bakıldığında 250 binin üzerinde bir rakam görülüyor. Türkiye ortalamasının 10-40 bin arasında değiştiği düşünüldüğünde yaklaşık 10 misli bir farktan söz edilebilir.
Her yıl olduğu gibi bu yıl da En Zengin-100 araştırmasına başlarken, baktığımız önemli verilerden biri de İMKB oldu. Türkiye’de halka açık şirket sayısı hala çok fazla değil, 350’lerde. Ancak Koç, Sabancı, Ülker, Doğan, Doğuş, Enka, Anadolu, Çukurova, Tekfen, Enka, Eczacıbaşı gibi Türkiye’de zenginliğin simgesi olmuş ailelerin holdinglerinin ve veya iştiraklerinin önemli bir kısmının halka açık olduğunu da belirtmek gerekiyor. İlk çıkış noktamız, yani listenin omurgasını, bu verileri inceleyerek oluşturuyoruz.

İMKB’de eridiler
Bu yılki İMKB verileri incelendiğinde ‘En Zenginlerimizin’ aktif de olsa biraz yoksullaştığını görüyoruz. Sonuçta geçen yıl bu çalışmayı yaptığımızda İMKB Ulusal 100 Endeksi 69.000 seviyelerdeydi ve bugün endeks bu seviyelerden yüzde 18 gerilerde. Bunun yanında geçen yıl bu çalışmayı yaptığımızda dolar kuru 1.45’li seviyelerdeydi. Bu gün ise 1.80 seviyelerinde. Bu da kurlarda yüzde 20’nin üzerinde artışa işaret ediyor. Hem İMKB’deki değer kaybı hem de kurlardaki yükseliş dikkate alındığında dolar bazında İMKB’de halka açık şirketlerin piyasa değerlerinde yüzde 25-35 arasında erimeler olduğunu belirtmek gerekiyor. Zaten bunu rakamlarda açıkça görmek mümkün.

Bu çalışmayı yaptığımız geçen hafta itibarı ile Koç Grubu’nun geçen yılki serveti 25.8 milyar dolardan, 19.5 milyar dolara inmişti. Yine Sabancı Holding’in ve iştiraklerinin değeri geçen yıl bu zamanlarda 20.7 milyar dolardı. Bugün isi 12.8 milyar dolar seviyesinde. Doğuş Grubu’nun borsadaki şirketinin değeri 5.7 milyar dolardan 3.5’e, Enka’nın 5.7’den 3.9’a ve Eczacı- başı’nın değeri de 1 milyar dolardan 750 milyon dolara kadar gerilemiş. Tabii bu en zenginlerin yegane servetleri İMKB’de halka açık şirketlerinin değeri değil. Gayrimenkul varlıkları ve ellerinde bulunan nakit tahminleriyle de hareket ettik. Aynı zamanda özel bankacılık alanının önde gelen isimleriyle de konuşarak, yaklaşık servetlerine ulaşmaya çalıştık ve sonuçta ortaya bu yılın listesini çıkardık.

Nasıl yaşarlar?
Peki zenginlik nasıl bir yaşam biçimini beraberinde getiriyor? Rahmi Koç’un en sevdiği ve “Hayır” diyemeyeceği tek yemek kuru fasulye-pilav. Ali Sabancı arkadaşlarıyla henüz keşfedilmemiş, lezzetli yemekleri olan, salaş restoranlarda buluşmayı seviyor. Mustafa Taviloğlu’na bir balıkçı barınağında rastlayabilirsiniz, ya da Ferit Şahenk’i kebapçıda... Ancak bu örnekler varlıklı kişilerin lüksü sevmediği anlamına gelmiyor. Zengin kişiler hala geleneksel lüks ürünleri almaya devam ediyor. Öyle ki krizde dahi lüks harcamalarda bir düşüş görülmüyor. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki dünyada lüks tüketim pazarı geçen yıl 1 trilyon Euro’ya ulaştı. Yönetim danışmanlığı şirketi The Boston Consulting Group'un (BCG) hazırladığı 'Lüksün Yeni Dünyası' adlı rapora göre, lüks harcamalar arasında birinci sırada 270 milyar Euro ile lüks seyahat ve konaklama, ikinci sırada 250 milyar Euro ile lüks otomobiller, üçüncü sırada 100 milyar Euro ile lüks teknoloji ürünleri yer alıyor. Sektörün geriye kalan bölümü ise lüks yeme-içme, lüks mobilya ve diğer lüks tüketim kategorilerinden oluşuyor.

Zenginimiz artıyor
Yine aynı rapora göre, lüks tüketim pazarında bazı temel trendlerin öne çıktığı görülüyor. Buna göre, müşteriler gösterişli lüks ürün değil, lüks deneyim istiyor. Bir başka trend ise lüksün, gelişmekte olan pazarlara kayıyor olması. Lüks tüketim bugüne dek hep Londra, New York, Paris, Milano ve Tokyo gibi merkezlerle özdeşleştirilirken, günümüzde bu durum hızla değişiyor.
Bugün Çin'de tam 670 bin milyoner hane olduğu ve dünyada daha çok milyoner haneye sadece Amerika ve Japonya’nın sahip olduğu bilgisi varlık raporlarında yer alıyor. Önümüzdeki yıllarda Çin, Rusya ve Türkiye gibi gelişmekte olan pazarların küresel lüks tüketim pazarındaki önemlerini hızla artırması bekleniyor. Bu da beklentinin Türkiye’den yeni zenginlerin çıkması olduğunu gösteriyor.

Artık fiyat önemli
BCG raporuna göre kriz döneminde lüks perakende şirketlerinin önemli bir bölümü, fiyatlarında yüzde 80’e varan indirimler yaptılar. Bu indirimler lüks ürün üreticilerinin ve perakendecilerinin kâr marjlarının çok yüksek olduğuna dair algılara neden oldu. Bu farkındalık en varlıklı müşterilerin bile harcama yaparken fiyata daha çok önem veren bir yaklaşıma sahip olmalarına yol açtı.
Bu nedenle de, müşterilerin yüksek fiyatlar ödeyip satın aldıkları ürün ve hizmetlerin bu bedelleri gerçekten hak ettiği konusunda hiçbir şüphe duymamaları gerekiyor. Bu algıyı yönetmek, önümüzdeki dönemde daha da önem kazanacak.

Para çok, zaman yok
Peki ya Türkiye’nin zenginlerinin tüketim alışkanlıkları krizle beraber nasıl değişti? Bu kişilerin satın alma davranışlarındaki en önemli değişikliğin alınan her şeyden değer ve keyif aramaları olduğunu söyleyen Lüks Danışmanı Özlem Güsar, “Artık parayı mutlu olmak için harcamıyorlar, mutlu olduklarında para harcıyorlar” diye konuşuyor. Bunun lüks endüstrisinin dinamiklerini oldukça etkileyen büyük bir dönüşüm yaratacağını ifade eden Güsar, konuşmasını şöyle sürdürüyor:

Bugünün zenginlerinin hayatlarına bakıldığında ‘Parası çok zamanı yok’ gerçeği ile karşılaşıyoruz. Zirvedekilerin hayatını özetlemek gerekirse; aşırı rekabetçi, hayallerle dolu, çevreye duyarlı, özgünün peşinde, keyiften hoşlanan, sanatla iç içe ve statüden vazgeçmeyen bir profilden bahsetmek mümkün. Enteresan rakamlardan biri şu; yüzde 86’sı iyi fiyatlandırmasıyla bilinen mağazalardan alışveriş yapmayı tercih ediyor. Burada en önemli şey bu ürün bu paraya değer duygusu. Yani dünyadaki varlıklı insanlarla aynı düşünce yapısındalar.”
Bir başka gelişme de sürdürülebilir lüks ve çevre konusunda duyarlı olan lüks markalara kayış. Güsar Türkiye’de de bu trendin yakın zamanda daha da yaygınlaşmasını beklediğini söylüyor.
Harcamalara bakıldığında ise dünyadaki varlıklı insanların harcama kalemleriyle Türk zenginlerinki birbirinden farklılık gösteriyor. Örneğin Türk zenginler evlerine daha çok para harcıyor.

Şehre yakın oturuyorlar
Türkiye’nin en zengin 100 ismi arasında yer alan pek çok kişi ve aile, ağırlıklı Bebek, Tarabya, Yeniköy, Vaniköy, Kanlıca gibi semtlerde yer alan yalı ve köşklerde oturuyor.
Suzan Sabancı Dinçer, Yalçın Sabancı, Demir Sabancı, Demet Sabancı, Mustafa Koç, Ömer Koç, Suna Kıraç, Haydar Akın, Murat Ülker, Ali Ağaoğlu, Cem-Ümit Boyner, Ali Kibar, Erdoğan Demirören ve Nezih Barut yalı sahibi isimlerden birkaçı. Boğaz kıyısında villa ve köşkte yaşamayı tercih eden kişiler olarak Ferit Şahenk, Hüsnü Özyeğin, Ahmet Nazif Zorlu, Bülent Eczacıbaşı, Tuncay Özilhan, Şarık Tara, Ali Dinçkök ve Ömer Dinçkök öne çıkıyor.
Zekeriyaköy ve Kemerburgaz da oturmak için seçilen lokasyonlar arasında. Sarıyer’in en eski köylerinden biri olan ve kiraz ağaçları kadar yeşiliyle de göz alan Zekeriyaköy’de çok sayıda ismin evi bulunuyor. Hem şehir merkezine yakın hem de şehirden uzak yeşillikler içinde yaşamayı tercih edenler ise Kemerburgaz’ı tercih ediyor. Hamdi Akın ve Çetin Nuhoğlu dışında bu semtte pek çok holdingin CEO’su da ikamet ediyor.

Yalı satın alanlar artıyor
2010 yılının ikinci yarısından itibaren yalı satın alan işadamlarının sayısındaki artış da dikkati çekiyor. Her ne kadar gündemde ekonomik durgunluk olsa da yıl içinde pek çok yalı el değiştirdi.
2011’de ise Anadoluhisarı’nda yer alan Zarif Mustafa Paşa Yalısı Mehtabiye Köşkü, Murat Karamancı tarafından satın alındı. Boğaz’da yalı alım operasyonuna imza atan isimlerden biri de Altınbaş Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı İmam Altınbaş oldu. Altınbaş, Beykoz’daki yaklaşık 200 yıllık geçmişe sahip Hamlacıbaşı Yalısı’nı 7 milyon TL’ye satın aldı.

Sembol: Lüks otomobilin
Başbakan Erdoğan’ın “Kalkıp da Porsche kullanacağına Fiat’a, Volkswagen’e bin” açıklamasına rağmen ortada bir gerçek var ki, varlıklı kişiler lüks otomobil tutkunu. İşte bu nedenle ilk 8 ayda toplam otomobil pazarı yüzde 38 büyürken, lüks otomobil satışlarındaki büyüme yüzde 43’ü bulmuş durumda.
Her ne kadar lüks otomobil merakıyla en çok konuşulan isim müteahhit Ali Ağaoğlu olsa da dünyada olduğu gibi Türkiye’deki varlıklı pek çok kişinin en büyük ilgi alanı otomobil. Teknoloji ve tasarımı ile en çok sahip olunmak istenen otomobil ise hiç kuşkusuz Bugatti Veron. Yıllık maliyeti jetten daha pahalı olan bu otomobili, Bentley Azure ve Lamborghini takip ediyor. Ancak “En Zengin 100 Türk” ismin kullandığı otomobil markaları olarak karşımıza daha çok BMW, Mercedes, Porsche, Audi ve Volvo çıkıyor.

Gözden uzakta tatil
Dünyada varlıklı insanların en çok para harcadığı lüks seyahat ve konaklama, zengin Türklerin de önemli harcama kalemlerinden. Zengin Türklerin krizde de kriz sonrasında da seyahat alışkanlıklarından ve standartlarından asla vazgeçmediğini dile getiren Classic Travel – A Virtuoso Agency Seyahat Danışmanı Koray Şahmalı, ancak kamuoyu önündeki imajlarına bu kişilerin dikkat ettiklerini ve daha seçici taleplerde bulunduklarını belirtiyor. Krizle beraber fiyat düşürme yolu ile daha fazla ziyaretçi çekme yöntemini seçen marka ve destinasyonlardan uzak kalmayı tercih ettiğinin üzerinde duran Şahmalı, zengin Türkler’in seyahat alışkanlıklarındaki değişimle ilgili şu bilgileri veriyor:
“Zengin Türkler, listelerinde hep yer alan ama erteledikleri Peru, Seychelles gibi uzak, ancak mevcut lüks markaların cazip teklifler sundukları destinasyonlara yöneldiler. Ürünlerini zenginleştiren lüks markalar, zengin Türklerin tercihi oldu. Yeni markalar denemeye başladılar ve aldıkları hizmetlerde çok daha talepkar oldular. Zengin Türkler’in seyahat sıklığında ilk anda bir duraksama olsa da yıl genelinde bir azalma olmadı.”

Telefon ve televizyon
Teknoloji ise varlıklı kişilerin olmazsa olmazları. Zira cep telefonu, dizüstü bilgisayar veya tablet bilgisayarları herkes gibi onların da hayatlarının bir parçası. Kendileri olmasa da çocuklarının direktifleriyle yeni modelleri takip edip, bunlara hemen sahip oluyorlar. Telefonda en çok kullanılanlar tabii ki akıllı telefonlar. Bir kısmı I-phone, bir kısmı ise BlackBerry kullanıcısı.
Dünyanın en pahalı telefonu Goldvish’i kullanan var mı bilmiyoruz ama yine lüks tutkunlarının vazgeçemediği Vertu’nun farklı modellerini kullanan kişilerin sayısı da gittikçe artıyor. Türkiye’de satılan en pahalı telefon markası olarak bilinen Vertu’nun en pahalı telefonunun 180 bin TL’ye satışa sunulan Vertu Signature Diamonds olduğunu hemen belirtelim.
Türkiye’nin en varlık ailelerinin birçoğunun evinde bir oda, ev sinema sistemiyle donatılmış. Bang&Olufsen bu anlamda tasarım sevenlerin en çok tercih ettiği marka olarak ön plana çıkıyor. Markanın geçen yıl pazara sunduğu dev plazması 250 bin TL’ye ulaşan fiyatıyla dikkatleri çekiyor.

Moda da vazgeçilmezler
Varlıklı kişilerin lüks harcamaları içinde para harcadıkları kalemlerden bir diğeri moda ve aksesuar. Ne olursa olsun zenginler, klasik hale gelmiş Channel, Hermes, Dior, Marni, Balenciaga, Missoni, Prada, Louis Vitton, Armani, Jill Sander, Tom Ford gibi lüks moda markalarından vazgeçmiyor.
Özellikle dünyaya yön veren politikacıların ve işadamlarının tercihi olarak adını duyurmayı başaran Brioni ve Kiton gibi markalar erkeklerin tercihleri arasında her zamanki gibi ön sıralarda yer alıyor.
Kadınların giyim tercihlerinde ise öne çıkan markalar kişiye göre farklılık gösterebiliyor. Kimi Prada’dan kimi Channel’den vazgeçemiyor. Ancak Armani, Gucci, Oskar de La Renta, Balmain gibi markalara ilgi olduğu gibi bu kişiler dünyaca ünlü modacıların tasarımlarından parçalar edinmeyi de ihmal etmiyor.

http://www.ekonomist.com.tr

İtalya'daki kriz, Türkiye'yi vurur mu ?


İtalya'daki krizin etkilerinin neler olacağı merak ediliyor..
Haber : Kıvanç Özvardar

Euro Bölgesi, borç ve durgunluk sarmalından çıkmaya çalışırken, sorunlar her geçen gün yeni bir boyut kazanıyor. Dünyanın en güvenilir kurum ve devletlerinin sorgulanmaya başlandığı bu dönemde azami güven arayışı, dünya ekonomi ve ticaretini yeniden şekillendiriyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Bizi Avrupa Birliği’ne almayan ülkeler düşünsün” sözleriyle değerlendirdiği Euro Bölgesi’nde yaşanan ciddi ekonomik sıkıntılar, Türkiye’yi teğet geçecek mi? Farklı yönelimlerine rağmen hala en büyük ticaret ortağı olduğu Avrupa Birliği’ndeki bu süreçten Türkiye’nin nasıl etkileneceği sorusu gündemdeki yerini her geçen gün biraz daha güçlendirerek koruyor.
Bunun nedeni, hiç kuşkusuz Euro krizinin son aktörünün İtalya olması. TÜİK verilerine göre İtalya, bu yılın ilk dokuz ayında Almanya, Rusya ve Çin’den sonra Türkiye'nin en çok ihracat yaptığı dördüncü ülke konumunda. Türkiye, İtalya'ya söz konusu dönemde dönemi toplamında 6,1 milyar dolar ihracat yaparken, aynı dönemde İtalya'dan 10, 2 milyar dolar tutarında ithalat yapıldı. İtalya, aynı zamanda Ocak- Temmuz 2011 döneminde ise Türkiye'nin yüzde 5,8 ile en fazla ithalat yaptığı beşinci ülke.

Borç oranı yüksek
Ticaretimizde böylesine önemli bir yeri olan İtalya, son dönemde Euro Bölgesi borç krizinin öne çıkan ülkelerinden. İtalya'nın milli gelirinin yüzde 119'una ulaşan borçlar (1.9 trilyon Euro) kriz alarmı verirken, piyasalardaki gerginlik Yunan Başbakan Yorgo Papandreu'dan sonra İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi'nin de görevinden ayrılmasına neden oldu. Borsada sert düşüşlerin yaşandığı, İtalyan devlet tahvillerinin yüksek faizlere ulaştığı bugünler, "kriz bu ülkeye sıçradı" endişelerini güçlendiriyor.
Euro Bölgesi'nin üçüncü en büyük ekonomisi olan İtalya, Yunanistan'dan sonra borç oranı en yüksek ülke. Uzmanlar, küçük ülkeler Yunanistan veya Portekiz'in borç sorununun yeni yapılandırmalarla içinden çıkılabileceğini, ancak krizin İtalya ve İspanya gibi büyük ekonomilere sıçramasının ciddi sorunlar yaratacağını vurguluyor. Eurasia analisti Antonio Barrosso, reform yanlısı hükümetlerin iktidara gelmesine bile piyasaların kalıcı bir olumlu tepki vermemesi, krizin Euro bölgesi ülkelerinden de büyük olduğu anlamına geldiği uyarısında bulunuyor.

“Hastalık bize de bulaşır”
Ancak süreçten özellikle ülkemiz adına umutlu olanlar da var. "Avrupa hastalanırsa bize de bulaşır" diyen DEİK Türk-İtalyan Konseyi Yönetim Kurulu üyesi ve Fontana Pietro Kalıp Sanayi ve Ticaret şirketi CEO'su Selçuk Saraçoğlu, her yeni değişikliğin bir fırsat yarattığını hatırlatıyor. Avrupa'nın sorunlarını halledebileceğini ifade eden Saraçoğlu, "Hemen ‘Avrupa battı’ diyemeyiz. Bir çare bulacaklardır, fakat 10 yıla sığabilir" diyor. İhracat piyasalarımızı biraz küçüleceğini öngören Saraçoğlu, Türkiye'nin artık ürünlerini daha inovasyona, el emeğinden çok beyin gücüne dayalı üreteceğini ve pazarlarını çeşitlendireceğini ifade ederek, süreçten umutlu olduğunun altını çiziyor.

Cargonel SRL şirketi CEO’su Bülent Tezcan da bu süreçten olumlu sonuçlar çıkacağına katılıyor. İki ülke arasındaki ticari ilişkilerin İtalya'da ortaya çıkacak olası bir durgunluktan etkilenmeyeceğini, aksine Türkiye'de talebin bu şekilde yüksek devam ettiği takdirde iş hacminde resesyondan dolayı oluşacak fiyat gevşemelerinden dolayı artış bile olabileceğinin altını çiziyor. Tezcan’a göre ikili ilişkileri sıkıntıya sokacak şey, Türkiye'nin Haziran 2011'e kadar uyguladığı değerli TL politikasına dönmesi olabilir, bu durumda ihracatımızın gerileyebileceğini ifade ediyor: "Nitekim bu yıl ilk beş ayda İtalya'ya ihracatta önemli tıkanıklık vardı."

Türkiye cazip
Genel olarak İtalyan şirketleri için teknoloji transferi anlamında üretim ve hizmet anlamında atılımdaki Türkiye'nin hala yatırım yapılabilecek en iyi ülkelerden biri olduğu görüşü hakim. Roma'daki İtalya-Türkiye Dostluk Birliği Başkan Yardımcısı Ömer Engin As, İtalyan girişimciler için en iyi olanaklardan biri Türk şirketler aracılığıyla ürünlerini geleneksel olmayan, alternatif ülkelere satmaları olacağına dikkat çekiyor. Türkiye'nin bu kriz döneminde İtalyan girişimcisi için bir fırsat, bir nefes alma alanı olacağını söyleyen As, "Türkiye’ye kriz uğramadıkça İtalya ile Türkiye arasındaki ticari ve ekonomik ilişkiler zor bir döneme girmeyecek. İlişkilerin geleceği yalnızca İtalyan girişimcilerin Türkiye'ye güvenine değil, Türk girişimcilerin de bu zor süreçte İtalya'ya yatırım yapma cesareti ve ilgisine bağlı. Siyaset uzlaşma sanatıysa, ticaret de karşılıklı yarar sanatıdır" diyor.

İmalat ve hizmetteler
As’ın işaret ettiği gibi İtalya’daki Türk yatırımları az. İtalya’nın enerji alışverişi yapılan ülkeler hariç üçüncü büyük ticari partneri olan Türkiye’de kayıtlı şirketlerin Hazine Müsteşarlığı verilerine göre 40 ortaklık veya iştiraki bulunuyor. Söz konusu ortaklık ve iştiraklerin toplam sermaye stoku 120 milyon dolar seviyesinde. Türkiye’de faaliyette bulunan İtalyan firmaların sektörel dağılımına bakıldığında ise neredeyse tamamı hizmetler ve imalat sektöründe. İmalat sanayinde ağırlıklı olarak gıda, hazır giyim, kimyasal ürünler, elektrik-elektronik, makine, mobilya, demir-çelik sanayi, taşıt araçları imalat ve taşıt araçları yan sanayi öne çıkıyor. Hizmetler sektöründe ise ticaret, turizm, haberleşme, bankacılık ve yatırım finansmanı alt sektörlerinde yoğunlaştıkları dikkat çekiyor.
Krize ilişkin İtalya’daki girişimciler arasında ise genel olarak İtalya’da sorunun kısa vadede oluşmadığı, aslında sorunun başlangıcının İtalya’nın Euro Bölgesi’ne dahil olup İtalyan liretinden çıkması olduğu görüşü yaygın. Bu durumun İtalyan ekonomisinin en önemli avantajını yitirmesine yol açtığı, fiyatlar yükselirken teknoloji ve üretim yapısının aynı kaldığı belirtiliyor. İtalya’nın güçlü olduğu ürün gamında üretim, böylece Çin, Hindistan, Türkiye gibi ülkelere kaymıştı.


Sıradaki İspanya mı?
Finans piyasalarına baktığımızda ise İtalya’daki borç krizi, Türkiye’yi etkiledi bile. Arkasında siyasi bir güçlü irade bulunamayan Euro’ya yönelik artan endişeler, geçen hafta sorunlu ülkeler dışındaki ülkelerin de tahvil faizlerinde yükselişlere neden oldu. İspanya, Belçika ve Fransa’nın faizlerinde hızlı yükselişler yaşanırken, mevcut konjonktür, kısa vadeli rahatlamalar olsa da piyasaların diken üstünde kalmaya devam edeceğine işaret ediyor.
Fransa ve Almanya tahvilleri arasındaki getiri farkının 200 baz puana yaklaşmasının ardından geçen hafta Euro, 1.3437 dolara gerileyerek bir aydan uzun bir sürenin en düşük seviyesini gördü. Türk mali piyasaları da bu havadan olumsuz etkileniyor. Merkez Bankası'nın TL’yi savunmak üzere likiditeyi kısıtlı tutmaya devam etmesi olası görülüyor. Dolar/TL kurunda kısa vadede yön yukarı görünüyor. Risk ve yatırım iştahıyla ilgili gelişmeleri bekleyip göreceğiz.

Haber : Kıvanç Özvardar
http://www.ekonomist.com.tr

2 Aralık 2011 Cuma

Özen işadamlarına ne tavsiye etti?

Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen, 2012 için nasıl tahminde bulundu, ne tavsiye etti?
Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen, 2012'de Türk Lirası'nın yüzde 4 daha değer kazanacağını belirtti.

Özen, Capital ve Ekonomist dergileri öncülüğünde, Vodafone Türkiye ana sponsorluğunda ve Feryapı etkinlik sponsorluğunda ''Ekonomi 2012'' başlığıyla düzenlenen CEO Club toplantısındaki konuşmasına, AB'nin ve avronun dağılmasıyla ilgili kötü senaryoya inanmadığını, bunun olmayacağını, piyasaların da bunun olmayacağına inandığını ifade etti.

Özen, bunun göstergesi olan dolar-avro paritesinine baktıklarında, ilk avro tanıtıldığı zaman 1,12 iken, şimdi 1,35'te olduğuna dikkati çekerek, dolayısıyla kötü senaryoyu piyasaların satın almadığını, bunun çok iyi bir haber olduğunu belirtti.

Özen, ''Eğer avro bitecekse herkes avrodan kurtulmak için satardı. Bunu görmüyoruz, bu iyi bir şey'' dedi.

Baz senaryonun kendileri için daha anlamlı olacağını söyleyen Özen, ''Amerika'nın tasarruf oranı çok düşüktür. Yüzde 3-4'lerden bu yüzde 8'lere doğru geldi. Yüzde 10'a geldiği zaman Amerikan ekonomisi çok ciddi büyümeye başlıyor. Bu tarihsel olarak istatistiklere baktığımız zaman bunu çok net olarak görüyoruz. Burada iyi bir trend var. Amerika'dan iyi datalar gelmeye başladı. Amerika 2 civarında bir büyümeyi 2012 itibariyle yakalayabilir. Amerika potansiyel büyümesine doğru yaklaşıyor'' diye konuştu.

''Avrupa resesyona giriyor gibi duruyor''

Ergun Özen, Avrupa'ya döndüklerinde ise işlerin çok çok kötü olduğunu, Kuzey-Güney ikilemi arasında artan sürtüşmenin, işi biraz çözümsüz gibi kıldığını, ancak Kuzeyin (Almanya), Güneyin (Yunanistan, İtalya, İspanya) ''zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyinin kalmadığını'' görmeye başladığını, dolayısıyla uzlaşmaya doğru geleceklerini kaydetti.

Avrupa'nın 4. çeyrekte ve 2012'nin birinci çeyreğinde eksi büyüyecek gibi gözüktüğünü, resesyona giriyor gibi durduğunu söyleyen Özen, şunları kaydetti:

''İşi çözmeleri lazım. Çözüm için somut sanırım 'ortak tahvil' dedikleri şey kalıyor. Bunu zorla yapacaklar. Almanya istediği kadar ayak sürüsün... Almanya birkaç mevzi kazanmak için sağlam duruyor ama eninde sonunda yapmak zorundalar. Avrupa'da faizlerin aşağı gelmesi lazım. Faizleri aşağı getiremedikleri takdirde bu işin sonu felakettir. Zaten borç GSYİH oranlarını hepimiz biliyoruz, sürdürülemez bir durum. Olacak şey değil... İtalya yüzde 7'den borçlanıyor, İspanya yüzde 5-6'da borçlanıyor, Almanya tehdit altında. Elbette Almanya'ya sirayet eder bu iş, dışında kalamaz. Faiz oranları aşağı gelmiyor, büyüme yok. Geriye ne kalıyor; Türk insanın çok çok acı çektiği ve çok da başarılı şekilde çıktığı faiz dışı fazla... Harcamaları keseceksin, mali tedbirleri artıracaksın... Onu da çok zor yapıyorlar. Bu üçünün birlikte olması lazım. Tabii ki Almanya bastırıyor, 'mali politikaları alacaksınız' diyor. Bu ülkeler para egemenliklerini kaybetmişlerdir, mali egemenliklerini de kaybetmedikleri sürece biz bu işten çıkamayacağız. Mali konsolidasyon dediğimiz şeyin olması lazım. Avrupa'ya bunun için bastırıyor. Bu kolay bir şey değil ama bürokrasiyi bir kenara atıp bu işi çözmemiz lazım, yoksa bu faizler ödenemez, iflasa doğru resmen gidiyorlar. Burada yapılacak iş ortak tahvile bir an evvel geçmek. ortak tahvil piyasalara güven verecektir, faiz oranlarını indirecektir.''

Avrupa'da bankaların kredi verecek hali olmadığını söyleyen Özen, 9 Aralık'ı çok çok önemsediğini, mali protokollerle bu işleri halledebileceklerini söyledi.

''Sigaradaki vergi şeyleri, bunlar kafamızı karıştırıyor''

Gelecek yıl kur tahminlerine ilişkin bir soruya karşılık da Özen, ''2012 ortalamasının 2011 ortalamasından yüzde 4 daha Türk Lirası'nın değerli olacağını düşünüyorum. TL yüzde 4 değer kazanır gibime geliyor. Enflasyonun da yüzde 6-6,5 civarında olabileceğini düşünüyorum ama 7'ye daha yakınım ben de. Yok gıda endeksinin değişimi, yok bazı sigaradaki vergi şeyleri falan, sanki biraz kafamızı karıştırıyor. Bunlar serbest mekanizmada olması gereken şeyler'' dedi.

Türkiye'de çok net bir şekilde sıkılaştırıcı politikalar uygulandığını ifade eden Özen, ''Bankacılık sektöründe de çok ciddi şekilde sıkılaştırma var. Bu da likidite sıkılaştırması. Böyle olduğu zaman dayanamaz Türkiye ekonomisi, daralacak. Çok ciddi şekilde daralacak. O daralma ile cari işlemler açığı 60 milyar filan gelir diye düşünüyoruz. Finansmanı çok çok önemli. Biraz uzun vadeye yaydık. Ortalık kötü. Bütün bunlara baktığımız zaman ben Türkiye'de düşük büyüme, enflasyonun 2011'den daha düşük, yüzde 4 de daha değerli bir TL tahmin ediyorum'' diye konuştu.

Ergun Özen, ''Bir de şu bankalar hakkında iyi bir şey söyleyin, onu da rica ediyorum'' diye espri yaptı.

''Ara malı ithalatını durdurmamız lazım''

Yerel dinamiklerle ilgili başka bir soruya karşılık ise Özen, şunları kaydetti:

''Türkiye'de yastık altında çok altının olduğuna inanıyorum ki çıkmaya başladığını da düşünüyorum. Meğerse fiyatların yükselmesini bekliyormuş o yastık altındaki altınlar da. Buna güvenmememiz gerektiğini düşünüyorum. Ben hala Türkiye'nin birtakım reformları yapması gerektiğini düşünüyorum. Eğitim reformundan, işgücü reformlarından tutun, ara malı üretmeye başlamamız lazım. Ara malı ithalatını hakikaten artık durdurmamız lazım. Yani 'yastık altında para var, onu çıkaralım, böylece uçalım gidelim', bunlardan ziyade bizim eksik kalmış reformlarımız var, cari işlemler açığını kökünden kazıyacak veya çok azaltacak yönetilebilir seviyeye getirecek reformlara ihtiyacımız var. Bunlara konsantre olmak daha doğru gibi geliyor bana.''

Başka bir soruya karşılık da Özen, ''Tavsiyem likit kalın. Likit kalmakta fayda var diye düşünüyorum'' dedi.

2012'nin ikinci yarısında faizlerde biraz gerileme olabileceğini kaydeden Özen, ''TL uzun vadeli borçlanmayı şu anda tavsiye eder misin derseniz; onu da çok etmem'' diye konuştu.

Citibank, bazı ülkelerde Türkiye masası açma kararı aldı

Citibank Türkiye Genel Müdürü Serra Akçaoğlu, Citibank'ın, bazı ülkelerde Türkiye masası açma kararı aldığını söyledi.

Akçaoğlu, dünyada yeni sermaye yeni merkezlerin daha fazla ortaya çıkacağını ve Türkiye'nin bu süreçte ''çok büyük artıları'' bulunduğunu dile getirerek, ''bankacılık sektörünün kuvvetli olması''nı bunlardan biri olarak açıkladı.

Türkiye'nin cari açık sorununa işaret eden Akçaoğlu, ''Özellikle de bizim genelde ekonomimize baktığımızda, son yıllardaki çok büyük bir pozitif anlamda gelişime rağmen, Avrupa ve Avrupa'da yaşananlar, dünyada yaşananlardan hiçbir ülkenin kendini ayrıştırması mümkün değil. Ancak yine bunu fırsata çevirme imkanımız var. Gerçekten katma değeri olan ürünler, bizim yerel üretime biraz daha fazla teşviklerle ara girdileri azaltarak, değişen dünya ve değişen dünyadaki ülkemizin çok daha fazla pay alması için önemli bir fırsat'' diye konuştu.

Akçaoğlu, Türkiye'nin stratejik ve coğrafi konumuna ve Türkiye'nin yeni sermaye merkezlerine yakınlığına değinerek, ''Ortadoğu'yla çok rahat ticaret yapabilecek durumdayız. Ortadoğu sermayesinin gidip de Avrupa'yla Amerika'yla ticaret yapması Türkiye ile ticaret yapması kadar kolay değil. Afrika'yı tanırız, biliriz. Rusya'yı tanırız, biliriz'' dedi.

Citibank'ın bazı ülkelerde Türkiye masası açma kararı aldığını belirten Akçaoğlu, ''Bizim ihracatçımız, herhangi bir ülkeye gittiğinde, Çin'e gittiğinde karşısında bir Türk'ü görecek. Citi olur başka banka olur, dünya devlerinden biri Türkiye için bu masayı açıyor. Bu, ülkemizin önümüzdeki dönemde bu fırsatlarla daha neler yapabileceğine dair bir gösterge'' diye konuştu.

''Sepet 2-2,10 arasında kaldığı sürece daha rahat görünüyoruz''

Türkiye Finans Katılım Bankası Genel Müdürü Derya Gürerk ise soruları yanıtlarken şunları söyledi:
''Eylül ayında 2012 bütçemizi hazırladığımızda 2011 sonu enflasyon beklentisi 6,5-7 idi. Ekim ayına geldiğimizde, Kasım başında bunun 8'in üzerine çıkacağı konuşuluyordu. Biz, bu sene sonu enflasyon beklentimizi 9 olarak belirlemiştik. Şu anda 9'un üstü konuşuluyor. Buna rağmen 2012 kurunu 1,80 olarak belirledik. Kendi çalışmamız budur. Büyük ihtimalle yanılacağız. Merkez Bankası sepete bakıyor. Doların 1,90 olmasının bir anlamı yok. Avro ne yapacak- Sepet 2-2,10 arasında kaldığı sürece daha rahat görünüyoruz. Çünkü kural koyucu orada olmamızı istiyor.''

www.patronlardunyasi.com

150 girişimci ''istihdam'' için bir araya geldi

Cezayir'den, Mısır'dan, Endonezya'dan, Ürdün'den, Fas'tan, Pakistan'dan, Filistin'den, Tunus'tan ve ABD'den 150 girişimci İstanbul'da buluştu

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ve ''Yeni Başlangıçlar için Ortaklar'' (Partners For a New Beginning-PNB) Türkiye Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, Türkiye'nin, yeni oluşan çok kutuplu dünyada küresel bir çekim merkezi haline geleceğini belirterek, ''Türkiye ve Türkiye'nin girişimcileri bu yeni role hazırdır'' dedi.

Türkiye ile ABD arasındaki ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi için Mart 2011'de oluşturulan PNB Türkiye tarafından İstanbul'da toplantı düzenlendi.

10 ülkeden 150 girişimcinin ''istihdam'' için bir araya geldiği toplantıda konuşan Hisarcıklıoğlu, geçen yıl başlattıkları ortaklıklarının yeşermeye, filiz vermeye başladığını, bugün toplantıda Cezayir'den, Mısır'dan, Endonezya'dan, Ürdün'den, Fas'tan, Pakistan'dan, Filistin'den, Tunus'tan ve ABD'den misafirler bulunduğunu anlattı.

Dünyanın ''yeni bir başlangıca'' hazırlandığını ifade eden Hisarcıklıoğlu, ''Doğru bildiklerimizin yanlış, yanlış bildiklerimizin doğru olduğu günler yaşıyoruz'' dedi.

Batıda giderek derinleşen ve artık siyasi bir kriz haline de dönüşmeye başlayan bir ekonomik çalkantıyla karşı karşıya olunduğuna işaret eden Hisarcıklıoğlu, doğuda ise Orta Doğu halklarının haklı taleplerinin ciddi bir siyasi dönüşümü beraberinde getirdiğini vurguladı.

Rifat Hisarcıklıoğlu, ''Kartlar yeniden karılıyor. Yeni bir düzen kuruluyor. Ve hepimiz, iş dünyası temsilcileri olarak, bu dönüşüm sürecinden en az hasarla çıkmak için büyük bir gayret sarf ediyoruz. Elbette bu süreçte, tüm karar alıcılardan beklentilerimiz var. Öncelikle Avrupalı liderlerden karar almalarını bekliyoruz. En kötü kararın bile kararsızlıktan iyi olduğunu artık anlamış olmaları gerekiyor'' dedi.

Bugün, Avrupa'nın kararını vermesi gerektiğini söyleyen Hisarcıklıoğlu, ''Ya birbirinin borçlarına sahip çıkacaklar, entegrasyonu artıracaklar ve tek mali yönetime doğru bir süreci başlatacaklar ya da 'herkes kendi yoluna' deyip bu işi bitirecekler'' diye konuştu.

Hisarcıklıoğlu, Ortadoğu coğrafyasındaki liderlerden beklentilerinin de suyu tersine akıtmaya çalışmamaları, dönüşümün önünü açmaları olduğunu vurguladı.

Rifat Hisarcıklıoğlu, ''Dönüşümden kastımız da sadece bir siyasi dönüşüm değildir. Çünkü bu ülkelerdeki sorun sadece siyasi değildir. Ciddi bir ekonomik yapılanmaya ihtiyaç duyulduğu gayet açıktır. Son dönemde hepimiz gördük ki, petrol ve doğalgaz halkları zengin etmiyor. Refahı topluma yaymıyor, istikrarı sürdürülebilir kılmıyor. Bunun için en zengininden, en fakirine tüm ekonomilerin dönüşüme ihtiyacı var'' diye konuştu.

''Göz yaşlarımızın rengi hepimizin aynıdır''

Dünyadaki dönüşümü halklar için fırsata çevirmenin yolunun ortaklıktan ve güç birliğinden geçtiğini, bunun için PNB'nin artık daha önemli olduğunu vurgulayan Hisarcıklıoğlu, şunları kaydetti:
''Dünyada barışı, huzuru ve istikrarı sağlamak için yeni bir başlangıç yapmak ve yer kürenin ortakları olarak yakınlaşmak zorundayız. Güvenlik ve tehdit merkezli değil, güven ve refah eksenli bir küresel mimariyi oluşturmak bütün halkların refahı için son derece önemli. Refah dolu yarınlar için bölgelerde şer eksenleri değil, istikrar eksenleri inşa edilmeli.''

1971 yılında dünya genelinde az gelişmiş ülke sayısı 21 iken, 2011 yılı itibariye 48 ülkeye çıktığına işaret eden Hisarcıklıoğlu, ''En Az gelişmiş ülkelerin sayısı azalmadı. Aksine arttı. Zengin daha zengin, fakir daha fakir oldu. Güçlü kalkınma, daha adil paylaşım ve daha dayanışmacı bir dünya için hep birlikte mücadele etmek zorundayız'' dedi.

Haksızlığa değil hukuka, çıkara değil vicdana dayalı bir dünya düzeninin kurulması için herkesin yapması gerekenler bulunduğuna işaret eden Hisarcıklıoğlu, ''Yanı başımızdaki ülkelerde baskı, zulüm sürerken, Somali'de çocuklar açlıktan ölürken huzur içinde yaşayamayız. Tunus'ta işsiz kardeşim kendisini yakarken biz kendi sırça köşkümüzde, çevre duvarlarını yükselterek huzur içinde yaşayamayız. Unutmayın, yüzümüz ve gözlerimiz farklı renklerde olsa da göz yaşlarımızın rengi aynıdır'' diye konuştu.

''Yeni düzende Türkiye'nin önemli bir rolü var''

Bu yeni düzende Türkiye'nin önemli bir rolü olduğunu belirten Hisarcıklıoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''Bu yeni rol de Türkiye için yeni bir başlangıçtır. Bu süreçte Türkiye, yeni oluşan çok kutuplu dünyada küresel bir çekim merkezi haline gelecektir. Bugün Türkiye, dünyanın 17, Avrupa'nın ise 6. büyük ekonomisidir. Türkiye, bölgenin dönüştürücü gücüdür. Türkiye ve Türkiye'nin girişimcileri bu yeni role hazırdır. PNB ve çok değerli ortaklarıyla bir arada olmak bizim için bu nedenle son derece önemlidir. Sadece Amerikalı girişimcilerle değil, diğer PNB ülkelerinden girişimcilerle de ilişkilerimizi geliştirmeyi amaçlıyoruz. Eminim bu vizyonla Türkiye, bölgemizde girişimciliğin merkezi haline gelecektir.''

Yarından itibaren bölgeden ve tüm dünyadan bin kadar girişimcinin İstanbul'da bir araya geleceğini söyleyen Hisarcıklıoğlu, ilki ABD Başkanı Obama'nın ev sahipliğinde Washington'da yapılan Küresel Girişimcilik Zirvesi'nin ikincisinin İstanbul'da yapılmasının, Türkiye'nin bölgesinde bir girişimcilik merkezi olduğunun kanıtı olduğuna işaret etti.

Hisarcıklıoğlu ''Zirve'nin 5 Aralık gününü TOBB olarak programlıyoruz. Hem rol model girişimcilere ve hem de İstanbul'un bir girişim sermayesi merkezi olmasına ilişkin ilgi çekici oturumlar yapacağız'' dedi.

''Artık kendimiz hem Amerika'yı, hem de bölgemizi keşfe çıkıyoruz''

PNB Türkiye olarak, sivil toplumun tüm kesimlerinin temsil edildiği bir yapı kurduklarını belirten Hisarcıklıoğlu, yerele indiklerini, ülkenin dört bir yanından kanaat önderlerini yönetim kuruluna dahil ettiklerini anlattı.

Hisarcıklıoğlu, ''Birinci yılımızda yürüttüğümüz faaliyetlerle özellikle Amerikalı girişimcilerle ortaklıklarımızı artırmak konusunda büyük adımlar attık. Çok sayıda projeyi aynı anda uygulamaya başladık. İlk olarak hızlı büyüyen girişimcilerimizin görünür hale getirilmesi gerektiğini düşündük. Bunun için Harvard Üniversitesi ile birlikte Türkiye 25 Yarışmasını başlattık. Kazanan firmaları belirledik. Türkiye'nin kriz döneminde en hızlı büyüyen 25 şirketine yarın Küresel Girişimcilik Zirvesi'nde ödüllerini vereceğiz'' dedi.

Türkiye'de girişim sermayesinin geliştirilmesi ve Amerikalı fonlarla ilişkilendirilmesi için bir proje başlattıklarını ifade eden Hisarcıklıoğlu, şunları kaydetti:

''Bu kapsamda öncelikle Türkiye'de faaliyet gösteren girişim sermayesi şirketlerini TOBB bünyesinde örgütledik, şimdi Amerikalı fon yöneticileri ile bağlantılar sağlamaya başlıyoruz. Üçüncü olarak üniversite öğrencilerini hedef aldık. Intel ve TOBB Genç Girişimciler Kurulu'nun inisiyatifi ile üniversite öğrencilerine girişimcilik eğitimleri veriyoruz. Onların iş planı hazırlamasını sağlayıp, promosyonunu yapıyoruz. Dördüncü projemizi CISCO Türkiye yürütüyor. 'Kadınlar için Bilişimde Genç Hareket' Projesiyle kadınlarımıza bilişim eğitimleri veriyoruz.''

Kadınlar için ayrıca Coca Cola Türkiye'nin bir proje yürüttüğünü söyleyen Hisarcıklıoğlu, bu projeyle İstanbul'un az gelişmiş bölgelerindeki kadınları girişimciliğe yönlendirmek için hibe verdiklerini, Brown Üniversitesi ile Koç Üniversitesi işbirliğiyle yürütülen ''Heritage as Bridge'' projesiyle kültürel mirasları tanıtıcı faaliyetler organize ettiklerini anlattı.

Hisarcıklıoğlu, ''TOBB olarak Chamber Academy projesini başlattık. Bu sene yapılan programda 20 İslam ülkesinden 22 üst düzey oda temsilcisine sahip olduğumuz bilgi ve birikimi aktardık. Bölge ülkelerinin iş dünyaları ile ağımızı genişlettik. İlk olarak Filistin, İsrail ve Türkiye iş dünyasını bir araya getirmek amacıyla Ankara Forumu'nu kurduk. Bu kapsamda Cenin'de bir sanayi bölgesi kurmayı ve 10 bin Filistinli'ye iş sağlamayı amaçlıyoruz'' diye konuştu.

Ankara Forum'undan aldıkları ilham ile Afganistan, Pakistan ve Türkiye iş dünyalarını bir araya getiren İstanbul Forumu'nu kurduklarını söyleyen Hisarcıklıoğlu, ''Şu anda bu girişimin ilk somut projesi olan ve İstanbul'dan İslamabad'a uzanarak, Pakistan'ı Türkiye'ye ve dolayısıyla Avrupa'ya bağlayan demiryolu projesi üzerinde çalışıyoruz. Bugüne kadar biz 'keşfedilmeyi' bekliyorduk. Artık kendimiz hem Amerika'yı, hem de bölgemizi 'keşfe çıkıyoruz'. Bu keşif sürecinde de ortaklarımızla birlikte çalışıyoruz'' şeklinde konuştu.
www.patronlardunyasi.com

Başından tek kurşunla,,İşte Topkapı saldırganı


Topkapı Sarayı’na 1’i pompalı 2 tüfekle girerek 2’si asker 3 kişiyi yaraladıktan 1,5 saat sonra öldürülen Libyalı Samir Salem Ali El Nadhwri’nin öldürüldükten sonra çekilen fotoğrafına Hürriyet ulaştı
Nadhwri’nin başından tek kurşunla öldürüldüğü anlaşıldı. Aya İrini Kilisesi’ne giren saldırganın çevreye sürekli ateş etmesi üzerine, Arapça bilen polis memuru megafonla defalarca teslim ol çağrısı yaptı. Ancak Nadhwri çağrıya ateş ederek karşılık verdi. Polisler, saldırganın yanında rehine bulunmadığından emin olduktan sonra, kilisenin çatısından içeri girerek Nadhwri’yi etkisiz hale getirmek için plan yaptı. İki özel harekât polisi, Libyalı saldırganın dikkatinin dağıldığı sırada surların üzerinden kilise çatısına çıktı. Daha sonra vuruş alanına giren Nadhwri’ye tek el ateş etti. Kafasından vurulan saldırgan olay yerinde hayatını kaybetti. Saldırganın öldürüldükten sonra elindeki tüfeğin birkaç metre uzağa düştüğü görüldü.

www.hurriyet.com.tr/

Lider Türkiye..Taktikler farklı vizyonumuz aynı

ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, dün başlayan 3 günlük Türkiye ziyareti öncesi Hürriyet’in sorularını yanıtladı. Biden, ABD ve Türkiye’nin taktikler farklı olsa da aynı stratejik vizyona sahip olduğunu vurgulayarak, “İşbirliği yapmadığımız uluslararası bir mesele yok gibi” dedi. Biden, PKK konusunda da Türkiye ve Irak’la ortak çalışıldığını, her türlü baskıyı yaptıklarını belirterek, Avrupa’da temmuzda gerçekleştirilen operasyonları hatırlattı. Biden’in sorularımıza yanıtları şöyle:Stratejik vizyon aynı

Senatör Biden, Türk halkı tarafından Türkiye’nin güçlü bir destekçisi olarak tanınmıyordu. Şimdi ABD-Türkiye ikili ilişkileri ve Arap Baharı sonrasındaki bölgesel gelişmeler açısından Türkiye hakkında neler söyleyeceksiniz?

Cumhurbaşkanı Gül, yakın zamanda ABD ve Türkiye arasındaki ilişkileri hiç olmadığı kadar “sağlıklı” olarak tanımladı. Katılıyorum. Bazen taktiklerde farklılaşabiliyor olsak da bir stratejik vizyonu paylaşıyoruz. ABD, NATO’nun karşı karşıya olduğu 21. Yüzyıl tehditlerinden küresel ekonomiye, nükleer silahların çoğalmasının engellenmesinden Avrupa’nın füze savunmasına, değişen Ortadoğu’ya, terörizme ve bizim büyüyen ikili ticaretimiz ve yatırım bağlarımıza kadar uzanan geniş stratejik bir gündemde Türkiye’yi bir dost ve ortak olarak düşünüyor. İki ülkenin yararına olarak istişare edip işbirliğinde bulunmadığımız uluslararası bir mesele yok gibi.

JOE BIDEN TÜRKİYE'YE GELDİ / FOTO GALERİ

Bazı önde gelen Amerikan politikacıları, çekilme sonrası oluşacak otorite boşluğundan özellikle Kuzey Irak’taki PKK mensuplarının da faydalanacağını savunuyor. Türkiye için böyle bir risk görüyor musunuz?

Irak’ın liderleri farklılıklarının üstesinden gelmek ve temsil ettikleri insanların çıkarlarını ilerletmek için şiddeti değil siyasi süreci kullanmaya devam ediyor. Bu çıkarlardan biri de ABD, Irak ve Türkiye’nin ortak düşmanı olan PKK ile mücadele. Bu zorluğa karşılık vermede ülkelerimiz arasındaki işbirliğini artırmak için çalışıyoruz. ABD güçlerinin çoğunluğu Irak’tan çekilmiş durumda ve önümüzdeki haftalarda Kuzey Irak’taki güvenlik ortamının keskin bir şekilde değişmesini beklemiyoruz. Türkiye’nin Irak’la kurduğu güçlü ilişkiyi memnuniyetle karşılıyoruz ve Türkiye ile Iraklı liderler arasında özellikle terörizmle mücadele konularındaki doğrudan işbirliğini takdir ediyoruz.

PKK’ya karşı yoğun işbirliği

Türk hükümeti yetkilileri, anında istihbarat paylaşımı veya büyük silah satışlarının ötesinde, PKK’nın Kuzey Irak’taki operasyonlarını kesintiye uğratmak için somut ABD çabaları görmek istiyor. Türk tarafında bu tür bir beklenti ortaya çıkmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

ABD ve Türkiye, elbette Türkiye dahil nerede olursa olsun terörist faaliyetleri yenmek için güçlü ve ortak bir taahhüdü sürdürmektedir. ABD hükümeti PKK’yı ‘Yabancı Terörist Örgüt’ ilan etmiştir. PKK saldırılarını önlemeye yardım için Türk ve Iraklı yetkililerle birlikte çalışıyoruz. Birleşik Devletler, ekimdeki korkunç terörist saldırının ardından işbirliğini yoğunlaştırdı. Bu işbirliği insansız havadan gözetleme uçuşlarını ve saldırı helikopterleri tedariğini içeriyor. Gelecekte ilave yardımları nasıl sağlayabileceğimiz konusunda Türkiye ile yakın istişare içindeyiz. Birleşik Devletler, Türkiye ve Irak sınır ötesi tehditleri ele almak için üç kanallı bir güvenlik diyaloğu oluşturdu ve bu yapıyı güçlendirmek için çalışıyoruz. Ayrıca bağış toplama, para aklama ve PKK’nın operasyonlarını desteklemek için başvurduğu benzer türden yasadışı faaliyetlere mahal vermemek için Avrupalı müttefiklerimizle de çalışıyoruz. Bu işbirliği, en son bu yılın temmuz ayında bu tür faaliyetlere karışan bazı kişilerin yakalanmasıyla sonuçlandı ve baskıyı devam ettireceğiz.

Türkiye gerçek bir lider

Suriye’de kan akmaya devam ediyor. ABD Yönetimi’nin Suriye kriziyle ilgili Türkiye’den beklentileri neler?
ABD’nin Suriye konusundaki pozisyonu açık. Suriye rejimi kendi halkına karşı uyguladığı zulme son vermeli ve Başkan Esad görevi bırakmalıdır, böylece halkın isteklerine saygı gösteren barışçıl bir geçiş gerçekleşebilir. Suriye’nin istikrarı önemli. Tam da bu yüzden değişim konusunda ısrar ediyoruz. Suriye’de istikrarsız olan, mevcut durumdur. Kalıcı istikrar, halkına silah doğrultmak yerine onları dinleyen ve ihtiyaçlarını karşılayan bir hükümet olduğunda gelebilir. Türkiye, bu konuda gerçek bir liderlik göstermiştir. Başbakan Erdoğan’ın rejimin kendi halkına yaptığı muamele yüzünden yakınlarda Esad’a görevi bırakma çağrısını ve Türk liderlerin Suriye halkına destek olunması için uluslararası topluma çağrıda bulunmasını övgüyle karşılıyorum. Ayrıca hükümetin siyasi muhalefete Türkiye’de yer açmasını da memnuniyetle karşılıyoruz.

Ruhban Okulu’nun açılmaması anormal

HEYBELİADA Ruhban Okulu’nun yeniden açılmasının geç kaldığını düşünüyoruz. Türkiye azınlık dinlerine karşı birçok yoldan büyük hoşgörü gösterdi. Okulun kapalı kalmaya devam etmesi bir anormallik ve Türkiye’nin uluslararası imajı üzerinde gereksiz bir işarettir. Başbakan Erdoğan’ın Ağustos ayında el konulmuş olan 162 gayrımüslim topluluğuna ait gayrımenkullerin iadesi ya da bu mallar için tazminat ödenmesi yönündeki önemli kararnamesini ise övgüyle karşılıyorum.

ANAYASA: Türkiye, Anayasası’nı yeniden yazmayı üstlenirken kapsayıcı ve istişari bir süreç elzemdir. Anayasa, özgürce konuşma hakkı dahil tüm Türk vatandaşlarının insan haklarına derinden saygı göstermelidir. Bütün grupların sesinin duyulmasına ve kaygılarının dile getirilmesine ihtiyaç var.

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ: Yargılama öncesi uzun tutukluluk ve gazeteciler ile interneti etkileyen ifade özgürlüğü üzerindeki kısıtlamalar gibi konularda endişelerimizi açıkladık. Bu alanlardaki ilerlemenin Türkiye’nin dışarıdaki etkisi için de iyi olacağına inanıyoruz.

Zirvenin Türkiye’de olması isabetli


BIDEN, yarın İstanbul’a geçerek, ilki geçen sene Washington’da gerçekleşen Küresel Girişimcilik Zirvesi’ne de katılacak. Başkan Yardımcısı, zirveyle ilgili şunları söyledi: “İstanbul’daki Küresel Girişimcilik Zirvesi, Müslüman çoğunluklu ülkelerde ekonomik ve sosyal girişimciliği teşvik etmek ve bu ülkelerin genç nüfusunun ekonomik fırsat ihtiyacına cevap vermek için Başkan Obama’nın 2009’da Kahire’de verdiği taahhütlerden doğdu. Başkan Obama ve ben, Başbakan Erdoğan’ın bu önemli buluşmanın ikincisine ev sahipliği yapmadaki istekliliğini takdirle karşılıyoruz. Bu özellikle isabetli oldu çünkü Türkiye zor küresel ekonomik koşullara rağmen dinamik ekonomisiyle büyümeye devam ediyor. Türkiye başarılarının üzerine yatmıyor, nüfusunun büyüyen ihtiyaçlarını karşılamak için değişime ihtiyaç olduğunu biliyor.”

Hep Türkiye karşıtı

BIDEN, 31 yaşında seçildiği Delaware senatörlüğünü, 1973’den 2009’a kadar 36 yıl sürdürdü. Kongre’de hemen her konuda Türkiye’nin karşısında yer aldı. 1974’te Türkiye’ye uygulanan silah ambargosunu savundu. Türkiye karşıtı Ermeni tasarılarının tümüne destek vererek devam etti. Hem Rum, hem Ermeni lobisine yakın oldu. Beyaz Saray’daki Başkan Yardımcılığı görevinde ise Başkan Obama’nın domine ettiği Türkiye ile ilişkilerde geri planda kaldı.
Tolga TANIŞ - WASHINGTON
/www.hurriyet.com.tr/

1 Aralık 2011 Perşembe

En etkili 500 müslüman! Erdoğan 3, Gülen 15, Gül 27'inci sırada

Ürdün’ün başkenti Amman’da bulunan Kraliyet İslami Stratejik Araştırmalar Merkezi adlı düşünce kuruluşu, her yıl olduğu gibi ‘En Etkili 500 Müslüman’ raporu yayınladı.
Listede Suudi Kralı Abdullah 1’inci, Fas Kralı Muhammed 2’nci, Başbakan Tayyip Erdoğan 3’üncü, Ürdün Kralı Abdullah 4’üncü, İran’ın dini lideri Ali Hamaney 5’inci oldu. Arap Baharı’nın Kral Abdullah ve Başbakan Erdoğan’ın etki düzeyini değiştirmediği, Fas Kralı Muhammed’in etkisini ise artırdığı yorumu yapıldı.
Listede Fethullah Gülen 15’inci, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 27’nci, İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu 45’inci sırada yer aldı. Arap Baharı ile birlikte Gülen ve İhsanoğlu’nun etkisinin değişmediği, Gül’ünkinin ise arttığı belirtildi.
ŞAŞIRTAN SIRALAMA
Reuters’in din editörü Tom Heneghan, blog yazısında Erdoğan’ın 1’inci olmamasına şaşırdığını belirtti. İngiliz editörün blogunda yaptığı “Sizce kim bu listenin tepesinde olmalıydı” anketinde Erdoğan oyların yüzde 60’ını alarak ilk sıraya yerleşti.
500 kişilik listede farklı kategorilerden 14 Türk daha yer aldı. Listenin zirvesindeki ilk 50 isim sıralı şekilde verilirken, kalan 450 isim sıralamaya tabi tutulmayarak meslek ve etki alanlarının özelliğine göre kategorize edildi.
Dünyanın En Etkili 500 Müslümanı listesine giren diğer Türkler ise şunlar:
Akademisyenler kategorisinde:
Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Dr. İbrahim Kalın ve Prof. Dr. Hayrettin Karaman
Politikacılar kategorisinde:
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu
Din Adamları kategorisinde:
Diyanet İşleri eski başkanı Ali Bardakoğlu
Toplum kategorisinde:
Cumhurbaşkanı Gül'ün eşi Hayrünnisa Gül, Fazilet Partisi eski milletvekili Merve Kavakçı ve Belçika Milletvekili Mahinur Özdemir
İş İnsanları kategorisinde:
Sabancı Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı
Bilim ve Teknoloji kategorisinde:
Adnan Oktar
Kültür ve Sanat kategorisinde:
Hattat Hasan Çelebi ve moda tasarımcısı Rabia Yalçın
Hafızlar kategorisinde:
Mustafa Özcan Güneşdoğdu
Medya kategorisinde:
Zaman gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı yer aldı.
ERBAKAN'IN BİYOGRAFİSİ
Raporun bu yılki ‘Ölüm İlanları’ bölümünde ilk sırada El Kaide lideri Usame Bin Ladin yer alırken, onu Necmettin Erbakan, Libya’nın linç edilen lideri Muammer Kaddafi ve Arnavutluk’taki 7 milyon Bektaşi’nin lideri olan Hacı Dede Reşat Berdi takip etti. Raporda Erbakan'ın biyografisine de yer verildi.
Müslüman liderlerin raporda bu yılki yerleri ve geçen seneki sıralamalasını haberin foto galeri sayfasından inceleyebilirsiniz...
Anahtar Kelimeler: Ürdün’ün, Başkenti, Amman’da, Bulunan, Kraliyet, İslami, Stratejik, Araştırmalar, Merkez
www.akfikir.com

Ev hanımı patron, kocası işçi oldu


Mikrokredi uygulaması sayesinde hayallerini gerçekleştirme imkanı yakalayan çok sayıda kadın, kendi işyerini açtı.

Türkiye genelinde 51 bin, Diyarbakır'da ise 10 bin kadın, mikrokredi imkanından faydalanarak, manifaturacılıktan, kuaförlüğe, hayvancılıktan, dondurmacılığa kadar çeşitli alanlarda iş kurdu.

İlk kez 2003 yılında Diyarbakır'da işsizliğin azaltılmasına yönelik geliştirilen, ihtiyaç sahiplerine küçük krediler vererek, kendi paralarını kazanır hale getirmeyi hedefleyen ve yoksul insanların hayata tutunmalarını sağlayan Mikrokredi Projesi, hızla gelişerek binlerce yoksul kadının hayata bağlanmasını ve kendi işinin patronu olmalarını sağladı.

Bugüne kadar Diyarbakır'da 10 bin kadına toplam 36 milyon lira mikrokredi verilerek, terzi, manifatura, tuhafiye, kuaförlük, dondurmacılık veya hayvancılık gibi çeşitli iş kollarında kadınların kendi işlerini kurmaları sağlandı.

Kefilsiz, senetsiz ve teminatsız aldıkları 100 ile bin lira arasındaki 46 hafta vadeli krediyle işini kurarak, yoksulluğu alt etmeyi başaran kadınlar, kendi ayakları üzerinde durmayı başarırken, diğer kadınlara da cesaret verdi.

Kazandıkları para miktarı arttıkça eşlerini de yanlarına katan ve onları da iş yerlerinde çalıştıran bazı kadınlar, ikinci bir iş yeri açmanın da mutluluğunu yaşıyor. Girişimcilik ruhu ve cesaretleriyle yoksulluğu yenmeye çalışan kadınların her birinin farklı yaşam öyküleri bulunuyor.

Bismil'in tek kadın patronu

Diyarbakır'ın Bismil ilçesi Akpınar Mahallesi'nde manifatura ve tekstil işi yapan 2 çocuk annesi Ayla Atlı, yaptığı açıklamada, 2004'te eşinin işsiz kalmasıyla Diyarbakır'dan Bismil ilçesine taşındığını ve çok zor günler geçirdiklerini söyledi.

Çaresizce ne yapacaklarını bilmez bir haldeyken bir dönem çalıştığı tekstil işini yapmaya karar verdiğini, komşularından cesaret alarak 500 lira mikrokredi aldığını ifade eden Atlı, bu parayla bir makine aldığını, borcunu ödeyince bu kez 700 lira kredi aldığını ve makine sayısını da ikiye çıkardığını anlattı.

Eşiyle birlikte gece gündüz demeden çalıştığını, para kazandıkça önce küçük bir iş yeri sonra daha büyük bir yer açtığını, şimdi ise üçüncü iş yerini açacağını bildiren Atlı, yeni iş yeri için ilk kez 10 bin lira kredi alan kişi unvanını da alacağını ifade etti.

Atlı, şöyle konuştu:

''Kendi iş yerimde manifaturacılık ve tekstil ürünleri satıyorum. Toplam 5 elemanım var. Eşim ve ben de çalışıyorum. Yazın iş çok olunca eleman sayım 10'a çıkıyor. Alacağım on bin liralık krediyle perdeci dükkanı açacağım.

Burada toplam 10 kişi çalışacak. Eşim işsiz kalınca çok zor günler geçirdik. Ama mikrokredi hayatımı değiştirdi. İlçede çalışınca önceleri çok horlandım. Sonra zamanla alıştılar. Şimdi çok takdir ediliyorum. Kadın kadar, erkek müşterim de var.

Şuan 6 makinem var ve kendi işimin patronuyum. Hedefim bölgede olmayan yorgan ve uyku seti imalatı yapmak. Kendime güveniyorum. Başaracağıma inanıyorum. Burada koltuk kılıfı, nevresim takımları dikiyoruz. Kumaş satıyoruz. Bismil'de bu işi yapan tek kadın benim. Mikrokredi olmasıydı sefil bir hayatımız olurdu. Artık ben başkalarına iş veriyorum''

Atlı'nın yanına çalışan Müzeyyen Çeçeli ise bir kadın patronla özellikle çalışmaktan dolayı çok memnun olduğunu, ''Buradan kazandığım parayla aileme katkıda bulunuyorum ve artık kendi ayaklarım üzerinde duruyorum. Kendime güveniyorum. İleride ben de iş kadını olmak istiyorum' dedi.

Kocasını da iş sahibi yaptı

Diyarbakır'ın Bağlar ilçesinde evinin bir odasını atölyeye dönüştüren bir çocuk annesi Hatice Yakındağ'ın (33) ise 3 yıl önce eşinin işsiz kalmasıyla çevreden duyduğu mikrokredi projesine başvurduğunu söyledi.

İlk etapta 700 lira alarak İstanbul'dan bir makine ile gelin çiçeği imalatı için malzeme aldığını ifade eden Yakındağ, çok zor günlerin sonunda elleri para görünce aydınlığa çıktıklarını söyledi.

Önceleri günde 2-3 çiçek yaparken, şimdi işlere yetişemez olduğunu, siparişleri fazla olunca parayla başkalarına da iş yaptırdığını anlatan Yakındağ, ''Bu işten önce çok zor durumdaydık. Mikrokredi iş sayesinde rahata kavuştuk. Eşim işsizken iş sahibi oldu.

Ben imalatını yaparken, eşim de pazarlamasını yapıyor. Şu anda Diyarbakır'da bütün moda evlerine, gelinlik satanlara ve kuaför salonlarına biz mal veriyoruz. Önce biz müşterilere giderken şimdi onlar bizi arıyor, sipariş veriyorlar. En büyük hayalim bir showroom açmak. Kazandıkça işimi genişletiyorum.''

Hatice Yakındağ'ın eşi Hasan Yakındağ, da mikrokrediden yararlanmanın eşinin fikri olduğunu, eşi sayesinde iş sahibi olduğunu söyledi.

2 koyunla başladı, şimdi 40 koyunu var

Bismil ilçesi çıkışında oturan 11 çocuklu Koçer Çelik'in (44) de hikayesi diğer kadınlar gibi yoksulluk. Ancak Çelik de aldığı 500 liralık krediyle ''En iyi bildiğim işi, hayvancılık yaparak yoksulluğumu yendim'' sözleriyle duygularını dile getirdi.

İki koyuna sahipken aldığı krediyle 2 koyun daha aldığını, zamanla borcunu ödeyerek, yeni krediler alarak hayvan sayısını artırdığını ifade eden Çelik, ''Şimdi 40 koyunum var. Süt, peynir, yoğurt satıyorum. Kocam sakat olduğu için düzenli bir işi yoktu. Şimdi ikimiz hayvanlarımıza bakıyoruz. Hayatımız kurtuldu. İleride 100 koyunum olsun istiyorum'' dedi.

Üst limit artık on bin

Türkiye Grameen Mikrokredi Programı Bölge Müdürü Mehmet Ay, 2003 yılında Türkiye İsrafı Önleme Vakfı ile Diyarbakır Valiliği arasında yapılan protokol gereğince dar gelirli kadınlara mikrokredi verilmeye başlandığını, 6 kadına 500'er lira verilerek başlatılan projede, şuan 10 bin lira kredi verilecek noktaya gelindiğini söyledi.

İşsizliğin azaltılmasına yönelik geliştirilen ve ihtiyaç sahiplerine kefilsiz, senetsiz küçük krediler açarak onları kendi paralarını kazanır hale getirmeyi hedefleyen Mikrokredi Projesi'nin büyük bir başarı sağlandığını ifade eden Ay, şunları söyledi:

''Şuan Diyarbakır'da 10 bin kişiye mikrokredi imkanı sağlandı. Toplam 36 milyon lira mikrokredi verildi. Kadınlar ilk aldıkları 500 lira ile evde başlıyorlar, makine alıp kendi imkanlarıyla evlerinin bir odasını iş yeri yapıyorlar, daha sonra işlerini geliştiriyorlar ve şuanda devlete vergi ödeyecek duruma gelmişlerdir.

Mikrokredi sadece ekonomik anlamda kadınlara destek vermiyor, aynı zamanda sosyal anlamda da destek oluyor. Daha önce 500 lira kredi veriliyordu, şimdi bin lira, en üst limitimiz ise 10 bin oldu. Geri dönüşüm haftalık olarak alınıyor. Yüzde yüz bir başarı sağlanmıştır.

Kredi aldıktan hemen bir hafta sonra cüzi miktarda taksitini ödüyorlar. Mikrokredi alan kadınlar aldıkları kredinin yüzde 2.5'ini haftalık taksit olarak öderler. Daha çok kuaför, tuhafiye, terzi gibi el işi yaparak işe başlıyorlar, sonra işlerini geliştiriyorlar.

Şu anda 10 bin kişiden yüzde 15'i dükkan açtı. Mikrokredi dilencilik kültürünü bitirme amaçlıdır. Türkiye'de 51 bin kadın mikrokredi kullandı. Türkiye'de en çok mikrokrediden yararlanan il Diyarbakırdır.''AA
www.aksam.com.tr