8 Mayıs 2011 Pazar

..İşte '2023 hedefleri için' hızlı büyümenin formülü


Türkiye, 2023’e kilitlenmiş durumda. Bir büyüme mucizesini gerçekleştirmek pekala mümkün. Peki nasıl?

Faruk Türkoğlu/Para Dergisi

Türkiye, 2023’e kilitlenmiş durumda. Bir büyüme mucizesini gerçekleştirmek pekala mümkün. Ancak somut projelerin ortaya konması, yeni yatırımlara hız verilmesi, teşviklerle girişimcilerin hareketlendirilmesi şart...

GAZETELERE ve dergilere demeç veren iş insanları son yıllar kadar üç ay sonrasını göremediklerinden şikayet ederdi. Alınan önlemler kısa vadeli olur, yöneticiler gelecek için iddialı hedefler belirlemekten çekinirdi. Günümüzde ise dernek yetkilileri ve küçüklü-büyüklü şirket yöneticileri 2023 için büyük hedefler koymakta yarışıyor.

Bu heyecan rüzgarı 12 Haziran genel seçiminden sonra göreve gelecek hükümetin işini zorlaştıracak gibi görünüyor. Çünkü seçim sonrası ekonomi gündemi aşağıda görüldüğü gibi hayli yüklü:
Yeni hükümetin her büyüme yılında tırmanan cari açık sorununu bir şekilde çözmesi gerekiyor. Aksi takdirde yüksek büyüme hızlarıyla 2023 hedeflerine ulaşmak hayal olacak.
İş dünyasını büyümeden korkar hale getiren cari açık sorununu çözmek için 24 Ocak 1980 kararlarına benzeyen kapsamlı bir atılım paketi lazım.

Üretimin ve ihracatın teknolojik düzeyini yükseltmek için hükümet, girişimciler ve teknokratlar eskisinden farklı düşünmek zorunda. Çünkü eski fabrikaları tevsi etmek, modernleştirmek artık yetmiyor.
Girişimciler yeni alanlarda ve sektörlerde sıfırdan yeni yatırımlara başlamadıkça ekonomiyi zincire vuran cari açık sorununun çözülmesi neredeyse imkansız gibi...

ZAMANIMIZ YOK

Reform ve atılım programları için de fazla zaman yok. Bu paketlerin bir an önce uygulamaya sokulması şart. Bir-iki yıllık gecikme yılların emeğinin değerini düşürebiliyor. Bilgisayar alanında bir dünya devi olan Hewlett-Packard’ın i-Pod ve benzeri cihazlar konusunda gecikmesi, bu alanda rakiplerinin geride kalmasına yol açtı. Yeni üretim ve pazar trendlerine ayak uydurmakta geciken TV üreticileri de 2004 ve 2005 yıllarındaki üretim ve ihracat rekorlarını bir daha yakalayamadı.

Zaman, üretim süreci açısından da önemli... Örneğin otomotivde, ithalat gereksinimini azaltacak yerli bir üretim, otomobilin konsept aşamasından pazara sunulmasına kadar beş yıllık bir süre gerektiriyor. Yani bu yıl başlayacak bir çalışmayla ancak 2016’da pazara sunulacak bir otomobil ortaya çıkabilir. Bu modelin pazarda tutunması ve dengeleri değiştirmesi ise 2020’yi bulabilir. Bu nedenle ekonominin, yeni sektörler, yeni yatırımlar, yeni konseptler ve ürünler için gecikmeye tahammülü yok.

YENİ HÜKÜMETİN GÜNDEMİ

Ekonomide hedeflerin büyütülmesi, yeni hükümetin sorumluluklarını ve görevlerini artırıyor. Sorumluluğun artışında son 30 yıl içinde geçerli olan ve serbest piyasa ekonomisinin temeli olarak kabul edilen Washington Konsensüsü’nün eski gücünü kaybetmesi de önemli rol oynadı. Hükümetlerin ekonomide daha etkili bir rol oynaması görüşünün yaygınlaşması seçim sonrası kurulacak hükümetlere şu görevleri yükledi:
* Ekonomide yapısal değişimin gerçekleştirilmesi ve reformların tekrar gündeme getirilmesi en önemli görev olarak kabul ediliyor.
* Yeni hükümetten cari açık sorununu çözecek kapsamlı önlemler alması bekleniyor.
* Büyüme hızının Cumhuriyet döneminin ortalama büyüme oranı olan yüzde 5’in üstüne çıkarılması gerekiyor.
* İşsizliğin artışını önlemek için yeni stratejiler geliştirilmesi acil bir görev olarak görülüyor.

PPP MODELİ

Yeni hükümetin bazı konularda radikal kararlar alması da gerekebilecek. Bunlardan biri de özel sektörün tek başına giremediği yatırım alanlarına yeni tür bir KİT örgütlenmesiyle yatırım yapma ihtiyacı olacak. Uluslararası ekonomik kuruluşların önermeye başladığı kamu-özel ortaklığı (public private partnership: PPP) modeli yüksek tutarda sermaye gerektiren yatırımlarda ve büyük bölgesel kalkınma projelerinde kullanılabilir. Türkiye’de ileri elektronik ve biyoteknoloji alanlarındaki Ar-Ge ve yatırım faaliyetinde bu tür bir örgütlenme iyi sonuç verebilir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki bölgesel kalkınma çalışmalarında da kamu-özel ortaklığı işsizliği azaltacak çözümler üretebilir. Ancak bu modelin ‘görev zararı’ üretmeyecek bir statüye kavuşturulması ve verimliliğin ön planda tutulması gerekiyor.

EKONOMİ HIZLI BÜYÜMELİ

Son haftalarda politikacılar, 2023 yılında Türkiye’nin ekonomik güç açısından ülkeler arasında hangi sıraya yükseleceği konusunu yoğun bir şekilde tartışıyor. Bu tartışmalara açıklık getirmek için IMF’nin verilerinden yararlanarak bir hesap yaptım. Bunun için önce gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYH) kriterine göre ülkeler sıralamasında altıncı ile 18’inci sıralar arasındaki ülkelerin 2003-2010 arasındaki büyüme hızı gerçekleşmelerini, 2011 ve 2012 için IMF tahminlerini dikkate aldım. Daha sonra 2013-2012 dönemi için bulduğum yıllık ortalama büyüme oranlarının 2010 sonrasında da aynen devam edeceğini varsayarak 2023’teki olası GSYH düzeylerini hesapladım.

Son aşamada ise Türkiye’nin farklı büyüme hızlarına göre 2023 yılında hangi düzeyde GSYH’ya ulaşacağını hesapladım. Bu hesaplamalar aşağıdaki sonuçları ortaya çıkardı:

* Yüzde 5 büyüme yetmiyor: Gelecek 13 yıl içinde ekonomi ortalama olarak yılda yüzde 5 oranında büyüdüğü takdirde GSYH düzeyi 1 trilyon 399 milyar dolara yükseliyor. Ancak bu milli gelir düzeyi Türkiye’yi 17’nci sırada kalmaktan kurtulamıyor. Bu süreçte Hollanda 18’inci sıraya gerilerken Endonezya Türkiye’nin önüne geçiyor.

* 14’üncü sıra için yüzde 6 gerekli: Ekonominin yılda ortalama yüzde 6 büyümesi, Türkiye’yi 2023’te 1 trilyon 583 milyar dolarlık milli gelirle 14’üncü sıraya çıkaracak. Bu oran Türkiye’nin geçen yüzyılın son 10 yılında hızlı büyüyen ama daha sonra büyüme hızları düşen Güney Kore ve Meksika’nın önüne geçiriyor. Güney Kore ekonomisi 1993-2002’de yılda yüzde 6.1 oranında büyüyerek sınıf atlamıştı.

* Yüzde 7’de 13’üncü sıraya çıkacağız: Türkiye 13 yıl boyunca yılda yüzde 7 büyüdüğünde 2023’teki gelir düzeyi 1 trilyon 788 milyar dolar olacak. Böylece İspanya’yı da geride bırakacak. Bu orana Türkiye geçmişte en çok beş-altı yıllık süreler için ulaştı. Ama büyüme dönemlerinin ardından gelen kriz ve durgunluk yılları ortalamayı düşürdü.

* Yüzde 8’in ödülü 12’nci sıra: Ekonominin yüzde 8 büyümesi ve 2 trilyon dolar barajını aşması ancak üretim ve ihracatta bir yapısal değişimin gerçekleşmesiyle mümkün olabilecek. Hindistan’ın geçmiş yıllarda ulaştığı bu performans için yeni alan ve sektörlerde yeni yatırımlara bir an önce başlanması gerekiyor.

* 10’uncu sıra için yüzde 9 şart: Bu hedefe ulaşmak için üretimde ve ihracattaki teknoloji yoğunluğunun hızla yükseltilmesi gerekiyor. Çin son 15 yılda gerçekleştirdiği teknoloji atılımıyla ekonomisini yılda ortalama yüzde 10’a yaklaşan oranlarda büyütmeyi başardı. Türkiye’nin bu mucizeyi tekrarlaması bugün için çok zor görünüyor. Yüzde 9’luk büyüme Türkiye’nin 2023 milli gelirini 2 trilyon 225 milyar dolara çıkarabilecek.

GERİLEYEN EKONOMİLER

Türkiye’nin kabuğunu kırıp yüksek büyüme hızlarına ulaşması için, ihracat, turizm, yatırımlar ve yurt dışındaki işçiler gibi konularda yoğun ekonomik ilişkiler içinde bulunduğu Avrupa ülkelerinin de tatmin edici bir büyüme ivmesi kazanması lazım. Ancak çizelgede görüldüğü gibi, dış ekonomik ilişkilerimizde yüzde 50’yi aşan bir paya sahip AB üyesi ülkelerin neredeyse tümünde ülkelerde son dönemdeki büyüme hızları, 1993-2002 döneminin epey altında kaldı. Bu ortamda Türkiye ancak alternatif pazarlar bulmaya hız verirse yüksek büyüme hızlarına ulaşabilir.

Avrupa, gelecek 13 yıl içinde yaşlanan nüfusuna rağmen bir atılım yapıp yeni büyüme ivmesi kazanırsa Türkiye ekonomisi beklenenden daha yüksek büyüme hızı yakalayabilir. Ama bu durumda da AB üyesi ülkeleri sıralamada geride bırakmak zorlaşır.

YENİ BÜYÜME STRATEJİSİ ŞART

Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün inisiyatifiyle hazırlanan ‘Yeni Sanayi Strateji Belgesi’ sektörlerdeki girişimcilere yeni bir üretim ve yatırım heyecanı aşıladı. Sektör derneklerinin yetkilileri belgenin geçen sonbaharda açıklanmasından sonra daha ayrıntılı yatırım programları ve yol haritaları hazırlamaya başladı.

Benzer bir hazırlığın ekonominin tümü için yapılarak yeni bir büyüme ve kalkınma projesinin hazırlanması tüm sektörlerde 2023 heyecanının somut projelere dönüşmesini sağlayabilir.
Büyüme stratejisinin mümkün olduğu kadar somutlaştırılması ve bir uygulama takvimine bağlanmasıysa sürdürülebilir bir büyüme ivmesinin kazanılmasına önemli katkılarda bulunabilir. Bu tür bir büyüme stratejisinin özel sektörle işbirliği yapılarak hazırlanması uygulanabilirlik düzeyini yükseltebilir.

YENİ SEKTÖRLER EKLENMELİ

Uygulanmasına başlanan sanayi stratejisinde otomotiv ve makine-teçhizat gibi zaten gelişme yolunda olan sektörlere ağırlık verildiği görülüyor. Belirlenen önlemler demeti ise mevcut sektörlerde dünya standartlarında üretim yapılmasını ve teknolojik düzeyin yükseltilmesini öngörüyor.
Benzer bir yaklaşımın teknolojik yoğunluğu yüksek sektörler grubuna da uygulanması, bu sektörler için yeni stratejiler hazırlanması ve politikalar üretilmesi ekonomideki yapısal değişikliğin, cari açığın artık baş ağrıtmayacağı bir dönemin ilk adımı olabilir.
Seçim sonrasındaki hükümetin yeni yatırım alanlarına girmeyi planlayan cesur girişimcilere ek teşvikler sağlaması, yatırımların geleneksel alanlardan yeni alanlara kaymasını hızlandırabilir.

MAZERETLERİ AŞMAK İÇİN

Ekonominin yeni dönemi için gerekli atılım ruhu önündeki en büyük engeli mevcut zihniyet ve düşünceler oluşturuyor. Bu düşüncelerin bir bölümü haklı gibi görünüyor: Yeni bir konseptle üretilecek yerli otomobilin dünya pazarlarında tutunması gerçekten kolay değil.
Yarıiletken ve diğer ileri elektronik dallarındaki üretim için engin bir bilgi birikimi ve milyarlarca dolarlık yatırım gerekiyor. Girişimcilerimiz bu tür bir yeni atılıma zihnen hazır değil ve gerekli sermayeyi bulmak da çok zor. CNC diye adlandırılan yeni nesil bilgisayar kontrollü takım tezgahlarının üretimi konusunda daha işin başındayız.

Bu haklı görünen mazeretleri dile getirirken 1995 yılını hatırlamakta yarar var. Gümrük Birliği’nin arifesinde otomotiv şirketlerinin sahip ve yöneticileri, yerli yan ve ana sanayinin bir tsunami gibi saldıracak ithalat karşısında yok olup gideceğini düşünüyorlardı. Ancak önce yan sanayi, ardından otomotiv sanayi ithalat dalgasını göğüslediği gibi ihracatta da sektörler arasında ilk sıraya yükselmeyi başardı. O yıllarda makine-teçhizat sanayisinin de 10 milyar dolarlık bir ihracat değerine ulaşabileceğine kimse inanmıyordu.

Ekonominin yeni sektörlerdeki atılımı zor hatta imkansız görünse de ekonominin içinde bulunduğu büyüme ivmesi ve girişimcilerimizin dinamizmi sayesinde iddialı hedeflere ulaşmak mümkün olabilir.

Mustafa AKGÜL / İnternet Teknolojileri Derneği Başkanı
“Teknoloji ve araştırmada rotayı değiştirmeliyiz”

Türkiye’nin bu alanda ciddi bir sıçrama yapması lazım. Türkiye bugüne kadar ucuz emek etrafında hayatını kurtardı. Yani bir nevi ucuz emek kaynağı ülkeydi. Ancak bunu artık kaybediyoruz. Türkiye’de artık yabancı işçiler çalışıyor. Tekstilde belli bir uzmanlığı yakaladığımız için burada yabancı işçi istihdam edebiliyoruz.

Ancak bilim ve araştırma alanında politika üretimine ve yatırıma yönelmemiz gerekiyor. Yarıiletken (çip) üretiminde dünyada belli merkezlerin hakimiyeti var. ABD, Japonya ve Hindistan pazara hakim durumdalar. Bu pastadan pay almamız çok zor.

Türkiye esas olarak bilgi toplumuna yönelmeli. Ar-Ge süreci bir bütündür. Türkiye’nin her alanda elini taşın altına sokması gerekiyor. Bunun için küçük yatırımlardan başlanabilir. Türkiye’nin araştırma, bilim ve teknoloji yatırımlarında rotasını değiştirmesi lazım. Artık sıradan insanların bile bu konuları kendi aralarında konuşması gerek. Başka bir deyişle günlük hayatımıza bu konular girmeli.

ZİHNİYET DEĞİŞİMİ ŞART

Ekonomideki yapı ve rota değişikliği hem ekonomi yönetiminde hem de girişimcilerdeki mevcut zihniyetin değişmesiyle mümkün olabilecek. Bu değişimin niteliğini TÜSİAD’ın eski başkanlarından Erkut Yücaoğlu bir zamanlar şöyle anlatmıştı: “Türkiye her yıl teknoloji satın almak için 2 milyar dolar ödüyor. Bu tutardaki para, bilgi ve teknoloji üretimi için araştırma yapacak 30 bin mühendisin iki yıllık maaş toplamına eşittir. Esas sorun bu araştırma potansiyelini örgütleyerek hayata geçirmekte yatıyor.”
Yücaoğlu’nun bu vurgulaması günümüz için de ipuçları veriyor: Yeni problemleri çözmek için sorunlara muhakkak yeni bir bakış açısı, zihniyet ve alet kutusuyla işe başlamamız gerekiyor. Eski alışkanlıklarımızın ve görüşlerimizin bir bölümünü tamamen unutamazsak ve yeni gerçeklikleri kavrayamazsak ekonomide yeni bir dönemin başlatılması çok zor olacak.

Hedef, teknoloji yoğunluğunu yükseltmek

Bir zamanlar demir çelik tesisleri ile takım tezgahları üreten fabrikalar, teknoloji yoğunluğu en yüksek sanayi kuruluşlarıydı. Günümüzde takım tezgahları sanayisi ancak ortanın üstünde teknolojiye sahip. Ana metal sanayisi artık ortanın altındaki grupta yer alıyor. Yüksek teknoloji yoğunluklu grupta ise ağır sanayi değil, yükte hafif pahada ağır sektörler bulunuyor.

Gelecek yıllarda sürdürülebilir büyüme ivmesi ve ekonomi liginde daha üst sıralara tırmanmak için en başta yüksek teknolojili sektörlerin üretim ve ihracattaki ağırlığının artırılması gerekiyor.
Ortanın üstü sektörlerde1995’te başlayan atılımın devam etmesi de yine teknolojik düzeyin yükseltilmesiyle mümkün olacak. Örneğin makine-teçhizat sektöründeki canlanma, nümerik olarak ve bilgisayarla kontrol edilen CNC türü tezgahların yerli üretimi artırılmadığı takdirde uzun ömürlü olamayacak.

Genetik, nanoteknoloji ve robotik alanlarındaki son gelişmelerden yararlanılmadığında, zamanla geleneksel sektörlerde bile ihracatın artırılması zorlaşacak.
Sanayinin teknolojik düzeyi yükseltilirken düşük teknoloji yoğunluğuna sahip sektörlerin de yeniden yapılandırılması şart. Örneğin, tekstil yatırımlarında teknik tekstile öncelik verilmesi hem istihdamı hem de ihracatı artırabilecek.

REEL EKONOMİYE ÖNCELİK

Geçen yüzyılın 80’li yıllarından sonra önem kazanan finans sektörü, dünyanın tüm ülkelerinde reel ekonomi sektörlerini gölgede bıraktı. Her karar, finans sektörünü rahatlatmak ve önünü açmak için alındı. Ancak son kriz tarlalar ve fabrikalarda üretim yapılmadığı ve artmadığı takdirde finans sektörü enstrümanlarının bir kağıt parçasından fazla bir şey olmadığını gösterdi. Yeni dönem için politikalar üretilirken finansın öneminin kabul edilmesi ancak reel ekonominin modernleşmesini sağlayacak önlemlerin de ön plana çıkarılması gerekiyor.

Reel ekonomi odaklı bir büyüme stratejisi, ekonominin önemli sorunlarından biri olan işsizliğin azaltılmasını da sağlayacak. Küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin (KOBİ), yeniliklere prim verecek bir şekilde desteklenmesiyse ekonominin içsel dinamizmine tam yol verebilecek.

Adnan DALGAKIRAN / Orta Anadolu Makine ve Aksamları İhracatçıları Birliği Başkanı
“Entelektüel sermayemizi artırmalıyız”

Türkiye’nin yüksek büyümeyi devam ettirmesi için üretim teknolojilerini dışarıdan almaması gerekiyor. Bu cari açığı kapatmak için de çok önemli bir konu. Ülke olarak ileri teknoloji yatırımlarını çekemiyoruz. Bir ülkenin yabancı yatırımı çekmesi için iki şeyden biri gerekiyor. Ya emek ucuz olacak ya da nitelikli işgücü olacak. Türkiye ise bugüne kadar ucuz emek olduğu için yatırımları çekti. Ama artık bu tip yatırımlarda sektörler kar edemiyor. Burada kısa vadeli çözüm söz konusu değil. Entelektüel sermayemizi artırmamız gerekiyor. Üretim araçlarının imalatında Türkiye halen gerilerde bulunuyor. Büyük oranda ithal ediyoruz. Örneğin yılda 25 milyar dolar makine ve ekipman ithalatımıza karşın 10 milyar dolar ihracatımız var. Bu makinelerin üretimi için devletin ciddi desteği lazım.
Çin’in 1992 yılında makine ihracatı sadece 3 milyar dolardı. Bugün 270 milyar dolarlık makine ve ekipman ihracatı yapıyor. Türkiye en fazla sac işleme makinesi, kompresör ve inşaat makinelerinde ileriye gitmiş durumda. Bu alanlarda dünya liderliğine oynuyoruz. Yakında Sanayi Bakanı Nihat Ergün’le birlikte ‘Makine Üretim Strateji Belgesi’ni açıklayacağız. Burada yol haritası ortaya konulacak.

TÜM SEKTÖRLERE EŞİT AĞIRLIK

Geçmiş yıllarda bazı politikacılar ve girişimciler, tekstil ve konfeksiyon sanayilerinin artık miadının dolduğunu ve gözümüzü yeni sanayi alanlarına dikmemiz gerektiğini söylemişlerdi. Ancak son gelişmeler geleneksel sanayi dallarının önemini koruduğunu ve istihdam açısından önemli bir işlevi yerine getirdiklerini ortaya koydu.
Genel seçimden sonra görevi devralacak hükümetin bu tür görüşleri bir tarafa bırakarak teknolojik yoğunluğu hangi düzeyde olursa olsun tüm sektörlere eşit ağırlık vermesi reel ekonomiyi güçlendirecek. Tekstil sektörünün devam eden modernleşmesi için yeni önlemler alınırken teknik tekstil ve benzeri yeni açılımların da desteklenmesi katma değeri yükseltecek. Gıda sanayisinin dünya standartlarına uygun bir düzeye getirilmesi, tarımsal üretime yeni bir ivme kazandıracak.

İbrahim YETKİN / Türkiye Ziraatçiler Derneği Başkanı
“Tarımda bölgesel liderlik üretim planlamasına bağlı”

Tarımda verimlilik için tarım işletmelerinin verimli olması lazım. Verimlilik artışı için işletmelerin büyüklüğü yeterli olmalı ve teknoloji kullanımı artmalı. Arazilerin bölünmüşlüğü verimlilik artışı önündeki en büyük engeli oluşturuyor. Toprak üzerinde üretim planlaması yapmamız gerekiyor.
Tohum ve ilaç kullanımında yol alınmış olsa da Türkiye henüz tüm tarımsal ürünlerde verimlilik artışına hazır değil. Türkiye’nin verimlilikte zayıf yönleri tespit edilerek gerekli çalışmalar yapılmalı, Ar-Ge’ye önem verilmeli.

Meyve-sebzede ilerleme sağlandı ve verimlilik arttı. Dünyanın en iyi seraları artık bizde. Pancar ekim alanlarında sağlanan iyileşme sayesinde verimlilik yükseldi.
Hububatta sertifikalı tohum kullanma oranı yüzde 50 seviyelerinde kaldı. Buğdayda iç tüketim ile üretim arasında makas daraldı. Örneğin 19 milyon ton tüketime karşılık 21 milyon ton üretimimiz var. Fakat buğdayda kalite sorunu aşılamadı. Doğu’da dekar başına verim, Trakya’dakinin yarısını aşamıyor. Sütte verimlilik artmış olsa da hayvancılıkta sorunlar devam ediyor. Sorunları aşmak için ıslah çalışmaları yapılmalı, damızlık sayısı artmalı.
Dünyada şu anda bir alt üst oluş yaşanıyor. Bu büyük oranda gıda üretimiyle ilgili bir durum... Dünyada ekim alanları daralıyor. Ülke olarak avantajımızı değerlendirebilirsek bölgemizde lider olabiliriz. Bu güce sahibiz.

GIDANIN ÖNEMİ

Gelişmekte olan ülke ekonomilerinin son 10 yılda gösterdiği hızlı gelişme, temel ihtiyaç maddelerindeki arz ve talep dengesinde radikal değişiklikler ortaya çıkardı. Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya, Türkiye ve Endonezya gibi nüfusu kalabalık ülkelerde hayat standardının yükselmesi, gıda talebini istikrarlı bir şekilde artırdı. Aynı dönemde zengin ülkelerdeki gıda savurganlığı devam ettiği için bu maddelere yönelik arzın artan talebi karşılaması zorlaştı. Bu dengesizlik önümüzdeki yıllarda da devam edecek. Gıda fiyatları arada bir gerilese de orta ve uzun vadede yükselişini sürdürecek.
Yeni hükümetin tarım sektöründe ve gıda sanayisinde hem verimliliğin hem de üretimin artışı için alacağı önlemler, ihracata bir artış ivmesi kazandırarak cari açığı azaltıcı bir etki yapacak. Bu sektörlerdeki atılım hem gelir dağılımını düzeltecek hem de köyden kente göçün hızını kesecek.

ENERJİ PLANLAMASI

Yeni ekonominin yaygınlaşması yeni teknikler, icatlar, uygulamalar ile dünyanın çehresini değiştirirken gıda, ham madde ve enerjide durum geçen yüzyılın ilk yarısına benzemeyi başladı. İki dünya savaşının da yapıldığı bu 50 yıllık dönemde olduğu gibi bugün de gıda ve doğal kaynaklar için giderek keskinleşen bir mücadele var. Bu mücadelede başrolü yine enerji oynuyor ve oynayacak. Bu nedenle 21’inci yüzyılın ikinci 10 yılında görev alacak hükümetler enerji planlamasına büyük önem vermek zorunda. Enerjide 2020 ve 2030 planlamasını sanki gelecek yıl için hazırlık yapıyormuş gibi bugünden hazırlamak ve yatırımlara başlamak şart. Gelecek yıllarda fosil yakıtlar ile yenilenebilir enerji kaynakları arasındaki dengenin çok iyi kurulması, sürdürülebilir büyümenin en stratejik faktörü olacak.


Hasan KÖKTAŞ / Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu Başkanı
“20 yılda en az 350 milyar liralık enerji yatırımı yapılmalı”

Türkiye sahip olduğu kurulu güç ve talep itibarıyla Avrupa'da, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya ve İspanya'dan sonra 6’ıncı ülke. Yapılan hesaplamalar 2030 yılına gelindiğinde Türkiye'nin Avrupa'nın 3’üncü büyük elektrik pazarı haline geleceğini gösteriyor. Türkiye elektrik piyasası, Avrupa'nın en hızlı gelişen pazarı...
Türkiye ekonomisi kesintisiz olarak, 20 yıl boyunca her yıl yüzde 5 büyürse 886 milyar kilovat saat enerjiye ihtiyaç doğar. Yıllık ortalama büyüme yüzde 4.2 olursa 735 milyar kilovat saat enerji ihtiyacı olur. Aynı dönemde ekonomide yüzde 5 büyüme esas alındığında kişi başına yıllık 10 bin kilovat saat, yüzde 4.2’lik büyüme esas alındığında ise kişi başına yaklaşık 8 bin 400 kilovat saat civarında bir tüketim olur. Bu elektrik talebi ise farklı üretim kompozisyonlarıyla karşılanabilir. Bunlardan biri fosil yakıt ağırlıklı, diğeri ise yenilenebilir enerji yakıt ağırlıklı... 2030'da fosil yakıt ağırlıklı bir kompozisyon olması halinde, düşük büyüme ve düşük talep senaryosuna göre, 160 bin megavatlık, yenilenebilir enerji ağırlıklı bir kompozisyon olması halinde ise 185 bin megavatlık bir kurulu güce ihtiyaç var.
Yatırımların fosil yakıtlı olması durumunda 20 yıllık dönemde yaklaşık 350 milyar liralık yeni üretim tesisi yapılması gerekiyor. Yenilenebilir ağırlıklı bir üretim kompozisyonu oluşturulması halinde yatırım ihtiyacı 440 milyar lira düzeyine çıkacak.

NEDEN OLMASIN?

Cumhuriyetin 100’üncü yılı için belirlenen hedeflerin gerçekleşmesi ilk bakışta zor görünse de hızlı bir büyüme ivmesinin tam ortasında bulunan Türkiye, tüm zorlukları aşabilecek bir potansiyele sahip görünüyor. İktidarı, muhalefeti ve tüm kurumları ve sivil toplum kuruluşlarıyla hedefe kilitlenen Türkiye, bir büyüme mucizesini pekala gerçekleştirebilir. Güney Kore’nin 80’li ve 90’lı yıllarda, Çin’in son 30 yılda, Hindistan’ın son 10 yılda ortaya koyduğu hızlı büyüme performansını biz de yakalayabiliriz. Osmanlı’nın ve Türkiye’nin 300 yıldır peşinde olduğu çağdaş uygarlığa ve refaha yetişme hedefine ulaşmak artık eskisi kadar uzaklarda değil.
Ekonominin yapısal bir değişimle hızlı büyümesi ve refah düzeyinin yükselmesi Türkiye’nin tüm sorunları tabii ki çözmeyecek. Ancak ekonominin sürdürülebilir bir şekilde büyümesi demokrasinin derinleştirilmesi, doğal varlıkların korunması ülkede barış ve huzurun sağlanması gibi temel hedeflere ulaşılmasını bir ölçüde kolaylaştırabilecek.


Prof. Dr. Durmuş DÜNDAR / Kültür Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı
“İçsel dinamikler büyümeyi hızlandırabilir”

Türkiye, 1946 ile 2006 yılları arasında Dünya Bankası, IMF ve OECD gibi kurumların etkisi ve dış dinamiklerin baskısıyla reformlarını yaptı, ekonomisini yapılandırdı. Günümüzde ise içsel dinamikler ve yerel girişimci dinamizmi devreye girmeye başladı. Bu içsel dinamizmi geliştirmenin çeşitli yolları mevcut. Türkiye son 10 yılda sağladığı büyümeyi içsel ve dışsal ekonomik faktörlerin olumluya dönmesiyle gerçekleştirdi. 2000 yılında 30 milyar dolar olan ihracat 2008 yılında 136 milyar dolarla zirve yaptı. Ekonominin içsel dinamizmini sürdürebilmesi, iç talebin yanı sıra ihracat için de ara malı ve ham madde üretiminin artırılmasını gerekli kılıyor. Bunun yöntemi ise yeni yatırımlarla üretimin artırılmasıdır. Sanayide kapasite kullanımında kriz öncesinin ivmesine dönülmesi bunun işareti olarak algılanmalı ve başta hayvancılık olmak üzere birçok sektör desteklenmeli. Bu bağlamda, 2011 yılı için 127 milyar dolarlık ihracat hedefi gerçekçi olduğu kadar gerekli de. İhracatçıların teknoloji ve verimlilikte batılı meslektaşlarını örnek almaları, yeni pazarlar ve inovasyon çalışmaları bu konudaki olumlu gelişmeler arasında sayılabilir.

Türkiye artan nüfusu ve ilerleyen yaşam kalitesiyle içsel dinamiklerde durağan bir yöne bakamaz. Her gün açılan, sayıları 320’yi aşan alışveriş merkezleriyle perakende sektörü 80 milyar dolarlık bir ciroya ulaşmış durumda.

Türkiye ekonomisinin içsel dinamizmini yaratan en önemli unsur 30 yaş altı insan kaynağıdır. Akıllıca eğitilen ve dünya teknolojilerini öğrenen genç nüfusun önü açıldığı takdirde büyüme başta olmak üzere ekonominin temel göstergelerindeki olumlu hava sürecek
http://www.patronlardunyasi.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder