18 Temmuz 2011 Pazartesi

- MÜSİAD'ın Ekonomi Raporu'ndan öne çıkan başlıklar

Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği'nin (MÜSİAD) ''2011 Türkiye Ekonomisi Raporu''nda, belli takvime ve stratejiye bağlı olarak tedricen ortadan kaldırılacak şekilde gelişmeyen bir cari açığın iyi huylu olarak tanımlanamayacağı, dolayısıyla cari açık meselesinin ihtiyatlı bir şekilde takip edilmesi gerektiği belirtildi.
MÜSİAD Genel Başkanı Ömer Cihad Vardan'ın katılımıyla düzenlenen toplantıda açıklanan raporda, bundan sonra Türkiye'nin 2010'da yakaladığı ivmenin kaybedilmemesi ve 2011-2013 dönemini kapsayan Orta Vadeli Mali Program'daki hedefleri gerçekleştirmek suretiyle yüksek büyümenin sürdürülebilirliğinin sağlanmasının önemli olduğu vurgulandı.

Kriz ve istikrarsızlık hafızası ''bir hayli canlı olan'' Türkiye'de mevcut güven ve istikrar ortamının korunmasının hayati önem arz ettiği, 12 Eylül 2010'da yapılan referandum sonucunda demokratikleşme adına yakalanan olumlu tablonun, kapsamlı bir sivil anayasa, ilave ikinci nesil reformlar ve iyileştirme çalışmalarıyla derinleştirilip taçlandırılmasının Türkiye'de son yıllarda iktisadi cephede kaydedilen kazanımların konsolidasyonu açısından şart olduğu belirtilen raporda, şu görüşlere yer verildi:

''2001 krizi sonrasında yapılan ve tek parti hükümetine dayalı kararlı uygulamalar sayesinde ekonomideki birçok makro ve mikro sorunu çözme yolunda önemli mesafeler kat edilmiş, sorunların önceliği ve çözüm yöntemlerinde yeni bir aşamaya gelinmiştir. Bu bağlamda Türkiye, 2002 yılından bugüne kadar sürdürdüğü ve büyük bir başarı yakaladığı enflasyonla mücadeleye ara vermeden, mali disiplin ve finansal istikrar cephesinde elde ettiği kazanımları kaybetmeden, rekabet gücü, işsizlik, cari açık ve bölgesel kalkınma gibi göstergelerin kabul edilebilir seviyelere çekilmesini sağlayacak yapısal tedbirleri almaya devam etmelidir.''

Raporda, 2010 yılında büyük oranda yüksek büyümenin beraberinde getirmiş olduğu bir sorun olan cari açığın, iktisadi faaliyetlerin bir hayli hareketli olarak devam ettiği 2011'de de artış eğilimini sürdüreceğinin beklenmesi gerektiği, Türkiye'de Mart 2011 sonu itibariyle, zaten yüksek olan 2010 yılındaki cari açığın iki katına, 22 milyar dolar bandına kadar çıktığı kaydedilerek, ''Kendiliğinden çözüm beklentisiyle konunun piyasa akışına bırakılarak ötelenecek bir boyutunun kalmadığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda cari açık şu an için finanse edilebilir olarak gözükse de, konuyla ilgili olarak TCMB'nin aldığı tedbirlerin yanı sıra, özellikle yapısal problemleri çözücü ek önlemlerin de alınması önem arz etmektedir'' denildi.

Türkiye'de cari açığı ele alırken, öncelikler sorununun asla ihmal edilmemesi gerektiği vurgulanan raporda, Türkiye'nin önceliğinin, uzun yıllar hasret kaldığı ve aslında bugün şikayet edilen her şeyin başı olarak görülmesi gerekenin makro ekonomik istikrarın temin edilmesi ve derinleştirilmesi gereği olduğu, Türkiye'nni finansal ve fiyat istikrarının temini, sürdürülebilir büyümenin tesisi için sermaye hareketleri serbestisi ile bağımsız para politikası ve enflasyon hedeflemesi rejimini seçtiği, bu şartlar altında dalgalı kur rejimini de bu paradigmanın zaruri bir bileşeni olarak benimsediği, Türkiye'nin bu şartlar altında soğukkanlı olarak bu paradigmanın oluşturduğu yan etkileri anlaması ve bunun nasıl idare edileceğini ortaya koyması gerektiği belirtildi.

Raporda, ''Türkiye'de dış açıklarda, henüz altından kalkılamaz ve büyük risk oluşturan bir yapı yoktur. Ancak, belli takvime ve stratejiye bağlı olarak tedricen ortadan kaldırılacak şekilde gelişmeyen bir cari açık iyi huylu olarak da tanımlanamaz, dolayısıyla cari açık meselesi ihtiyatlı bir şekilde takip edilmelidir. İlk 3 aydaki 56 milyar liralık ithalatın 20 milyar dolara varan kısmının işlenmiş sanayi mamul ara girdiler kaleminden oluşması, öte yandan 3 aylık ithalatın içinde 5 milyar dolarla en büyük payı Çin'in almış olması sıkıntının enerji dışı alanlara da bulaştığını açıkça göstermektedir'' denildi.

Türkiye'nin gelinen aşamada mevcut açık ivmesini düşürücü tedbirler kadar, açığı uzun vadede makul düzeye çekecek tedbirleri de düşünmek durumunda olduğu ifade edilen raporda, çözüm için sadece iktisat politikaları üzerinden sürdürülecek ''ince ayar'' (fine tuning) yöntemlerle, sadece TCMB üzerinden ve tek başına para politikaları ile sonuç alma şansının olmadığının ifade edilebileceği, buna faiz-kur çerçevesinde sürdürülen ''bitmek bilmeyen'' tartışmaların da dahil olduğu belirtildi. Raporda, ''Hatta tek başına ısrar edilirse kur-faiz tedbirlerinin yan etkileri, faydalarını ortadan kaldırabilir'' görüşüne yer verildi.

-''ÖNCELİK, İSTİKRARLI VE DENGE DEĞERİNİ YANSITAN BİR KUR DÜZEYİNDE OLMALI''-

Raporda, TL'nin değerlenmesinin ''basitçe'' yüksek faiz-düşük kur modeline oturtulamayacağının son aylardaki gelişmelerle bir kez daha teyit edildiği, değerli TL'den zarar gören ve şikayet edenler kadar yararlanan ve destekleyenler de bulunduğu, hatırı sayılır bir kesimin ise olayın iki ayağında da yer aldığı, önceliğin, istikrarlı ve denge değerini yansıtan bir kur düzeyinde olması, bunu bozan kanalların tespit edilerek dengelenmeye çalışılması gerektiği vurgulanarak, şunlar kaydedildi:

''Türkiye'yi yabancı sermaye cenneti yaparak, ticaret dışı mallara yönlendirmenin, tüketimi tetiklemenin bir anlamı olmayıp, içeriyi gerçek bir yatırımcı dostu yapmak gerekmektedir. Sermaye girişlerinin bileşimini uzun vadeli kalemler lehinde etkileyecek mali ve parasal tedbirler alınmalı, teşvikler verilmelidir. Kısa vadeli sermaye girişi kalemleri açısından da sıcak paranın giriş çıkışlarda getireceği dezavantajlardan korunmak için önlemler alınmalıdır. Bu bağlamda, Tobin vergisi gibi etkinliği henüz ispatlanmamış olan ve döviz alım-satımlarını vergilendiren bir sistemden ziyade, sermaye hareketlerinin miktarında kısıtlamalar getirilmesi düşünülmelidir. Öte yandan, cari açığın özel sektör kanallarıyla gerçekleştiği noktasından hareketle TCMB'yi aşırı rezerv biriktirmeye zorlayarak aslında özel sektörün riskini alıp yanlışı sürdürmekten de kaçınmak gerekir. Tam tersine, özel sektör kuruluşlarının, kendi riskini dengeleyecek mekanizmalara sahip olarak borçlanmasını şart koşmak gerekir.''

Türkiye'nin bütün ağırlığını ulusal tasarrufları artırıcı tedbirlere vermesi gerektiği, kamunun mali disipline olan bağlılığının, hane halkının özel emeklilik fonları gibi uzun vadeli tasarruf alanlarına yönlendirilmesi ve özel sektörün sermaye birikimine gitmesi için karları dağıtmaması yolunda tedbirlerin artırılmasının da anlamlı olacağı belirtilen raporda, Türkiye'de üretilen ihraç ürünlerinin kur, kredi desteği ve ucuzcu ülkelerden kaynaklanan risklerinin bilindiği, ancak bazı Türk ürünlerinin kalite sorunu ve içeride gerekli ürünlerin üretilmiyor oluşu gibi çok belirgin iki sorunun daha çıktığı, bunlar çözülmeden de kalıcı olarak ithalatın önüne geçmenin mümkün gözükmediği ifade edildi.

Dış ticaret açığının ve cari açığın oluşmasına sebep en büyük kalemlerden olan enerji ithalatı konusunda özellikle orta-uzun vadeli önlemlere odaklanılması, kısa vadede enerji verimliliği (tasarrufu) konusunda çalışmalara hız verilmesi, bina izolasyonu ve binalara enerji verimliliği lisansının verilmesi gibi tedbirlerde etkin uygulama yapılması, bunların yanı sıra, enerji sorununu kalıcı olarak çözecek olan yeni yatırımlara teşebbüs edilmesi gerektiği kaydedilen raporda, enerjide dışa bağımlılıktan kurtulmak adına yenilenebilir enerji dahil mevcut kaynaklardan azami istifade etme çalışmaları devam ederken, özellikle nükleer santral projelerinin de bir an önce hayata geçirilmesinin gerekli olduğu vurgulandı.

Raporda, 2023'te 500 milyar dolar ihracat hedefine ulaşmak için yola çıkan Türkiye'nin en az bu miktarda malı üretecek enerji altyapısını tamamlamak, bu alanda gerekli yatırımları bir an önce planlamak ve hayata geçirmek zorunluluğu bulunduğu kaydedildi.

-''YABANCI SERMAYE ÇEKMEDE ETKİNLİK ARTIRILMALI''-

Yabancı sermaye çekmlede etkinliğin artırılması gerektiği belirtilen raporda, cari açığın azaltılmasında önemli bir araç olduğu düşünülen hizmet ihracatında Türkiye'nin muhakkak surette kaliteyi artırması, Türkiye'nin dış ticarette uzun yıllar açık vereceği dikkate alınarak alternatif pazarlara açılma çabalarının devam ettirilmesi, vizelerin kaldırılması ve serbest ticaret anlaşmaları alanındaki ''takdire şayan'' çabaların devam ettirilmesi gerektiği ifade edilirken, şöyle denildi:

''Dünyada büyük, derinden ve son derece sinsi bir ticaret savaşının yaşandığı kabul edilmeli, yaşanan 15 yıllık tecrübelere göre AB ile olan Gümrük Birliği yeniden ele alınarak müzakerelere konu edilmeli, Türk ihracatçısının önünde dikilen Avrupa tröstleriyle aktif mücadele birimi kurulmalı, iktisadi ilişkilerde mütekabiliyet şartı aranmalıdır (buna Çin ve Rusya da dahil edilmelidir). İç talep gücü kullanılarak yabancı paydaşlarla içinde bulunduğumuz tedarikçilik zinciri yeniden yapılandırılmalı, yerli şirketler ticari paydaşlarını içeride yatırım yapmaya, içerideki tedarik zincirini kullanmaya zorlamalıdırlar. Türkiye'nin içinde ve yakın coğrafyasındaki büyük ve dinamik pazar, böyle bir pazarlık için Türkiye'nin elini güçlendirmektedir.''

Rekabet gücünün artırılması gerektiği vurgulanan raporda, Türkiye ekonomisinin, küresel rekabet gücünde gelişmişlik açısından etkinlik odaklı ülkeler grubunda yer aldığı, ülke ekonomisinin aynı gruptaki ekonomilere göre piyasa ölçeği ve altyapı açısından daha iyi olmasına karşın, iş piyasası etkinliği açısından zayıf göründüğü ifade edildi.

Türkiye'nin mukayeseli rekabetçi üstünlükleri ne de değinilen raporda, ''Türkiye ekonomisinde iş yapmada en sorunlu faktörler olarak sırasıyla, etkinsiz devlet bürokrasisi, siyasi istikrarsızlık, vergi düzenlemeleri, finans kaynaklarına erişim, vergi oranları, işgücü niteliği gibi alanlar başta olmak üzere küresel rekabet gücünü zayıflatan pek çok faktör söz konusudur. Küresel rekabet gücünü artırmak için bu faktörlerin iyileştirilmesi son derece büyük önem arz etmektedir'' denildi.

-İŞ HAYATI İLE ÖZEL HAYAT SORUMLULUKLARI ARASINDAKİ DENGE KURMA-

Ar-Ge ve inovasyonun teşvik edilmesi, işgücü piyasasının etkinleştirilmesi ve işsizlikle aktif bir şekilde mücadele edilmesi gerektiği belirtilen raporda, işgücü piyasasının değişen şartlara uyum sağlama yeteneğinin öneminin, yaşanan son küresel krizle daha iyi anlaşıldığı, ekonomik dengedeki makro ve mikro iklim değişikliklerine ayak uydurabilmek için emek piyasasındaki koşulların hem işveren hem de işçi adına esnek hale getirilmesi, işsizliğin artmasını engelleyeceği ya da mevcut işsizliği azaltacağı, böyle bir sistemin, hızlı ve etkin bir biçimde değişen üretim ihtiyaçlarına ve yeteneklerine hakim olabilmeye ve iş hayatı ile özel hayat sorumlulukları arasındaki dengeyi kurmaya yardımcı olacağı vurgulandı.

Daha esnek çalışma saatlerine ve yarı zamanlı çalışmaya yönelik düzenlemelerin yeniden ele alınması gerektiği ifade edilen raporda, ''Her ne kadar geçtiğimiz 10 yıl zarfında bir miktar düşmüş olsa da, istihdam maliyetleri, hala işverenler için ciddi bir sorun oluşturmakta ve istihdamı olumsuz yönde etkilemektedir. Bu nedenle istihdam üzerindeki sosyal güvenlik prim yükleri ve vergi yükleri daha düşük seviyelere çekilmelidir. Bunun yanı sıra, işten çıkarma maliyetleri de işveren tarafından göz önüne alınan önemli bir faktör olup, bu konuda çalışanın hakkını zayi etmeyecek ve işveren açısından da altından kalkılabilecek bir mekanizma geliştirilmelidir. Ayrıca, sigorta primlerini düzenli ödeyen işverenlere teşvikler verilmelidir'' denildi.

MÜSİAD raporunda, vergi uygulamalarında iyileştirmelere gidilmesi gerektiği belirtilerek, dünya uygulamaları ile uyumlu olan, aynı zamanda Türkiye'nin şartlarına uygun bir kanuna ihtiyaç bulunduğu, kanun hazırlanırken dikkat edilmesi gereken konulara değinildi. Yüksek enflasyon dönemlerinde yürürlüğe konan geçici vergi uygulamasıının mümkün ise tamamen kalkması, değilse en azından 4. dönem kaldırılması gerektiği kaydedilen raporda, gelir vergisi tarife aralıklarının son derece dar olduğu ve tarife aralıklarının önemli derecede yükseltilmesi veya tek oranlı sisteme geçilmesi, gelir vergisinin en yüksek oranının yüzde 25 olması ve aynı zamanda asgari ücretin vergi dışı tutulması gerektiği bildirildi.

Bölgesel kalkınmaya önem verilmesi gerektiği belirtilen raporda, yerli ve yabancı yatırımların gelişmekte olan bölgelere çekilebilmesi için yerel ve/veya bölgesel vergi avantajlarının uzun süreli olarak sağlanmasının en önemli unsurlardan biri olduğu vurgulandı. Raporda, iç piyasalarda haksız rekabetin önlenmesi, ekonomik kalkınmada öncelikli olacak sektörlere önem verilmesi gerektiği belirtildi.

Ekonomik kalkınmada öncelikli sektörlere işaret edilen raporda, tarım, gıda, hayvancılık, bilişim, turizm, inşaat, makine, sağlık, otomotiv, basım, yayın ve reklam sökterlerindeki sorunlara ve ayapılması gerekenlere değinildi. Gıda sektöründe private label ürünlerin yaygınlaşmasının önlenmesi, kırsal kalkınma için bölgesel teşviklerin sağlanması, yem fiyatlarının belirli ölçülerde sübvanse edilmesi, ''Bölgesel ve Ürün Bazlı Ürün Borsaları'' kurulması gerektiği, bilişim sektöründe kamunun özel sektöre rakip olmaması, turizm master planları hazırlanması, son yıllarda TOKİ marifetiyle başlatılan toplu konut politikalarının gelişen şartlara göre revize edilmesi, TOKİ ile başlayan uygulamaların bir benzerinin de sanayi binalarının oluşturulmasında hayata geçirilmesi, sektöre girişte yeterlilik lisansı uygulaması getirilmesi, metrekareye göre KDV uygulamasına geçilmesi, yakın zamanda yaygınlaştırılması öngörülen elektrikli ya da hibrid araçlar için teşvik edici, özel bir vergilendirme sistemi oluşturulması gerektiği bildirildi.
http://www.musiad.org.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder