30 Eylül 2012 Pazar

Dönüşüm işine 8 elle sarılmalıyız

Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, ''Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın teşvikiyle 5 Ekim'de 35 vilayette 40 noktada toplam 6 bin küsur konut, birim ve iş yerini yıkmaya başlayacağız'' dedi.


''Kentsel Dönüşümde Sektörler Buluşuyor'' konulu toplantıda konuşan Bayraktar, dünyadaki şehirleşme oranlarının arttığını, Türkiye ekonomisinde de çok büyük bir büyümenin olduğunu ifade etti.

Kentsel dönüşüm çalışmalarına değinen Bayraktar, ''(5 Ekim'de başlayacak yıkımlar) diye söylentiler oluyor ama önce iş yapalım fazla konuşmayalım. Ben arkadaşlara diyorum 'haber yapmayın, önce bir yıkalım' diye'' dedi.

Bayraktar, gelişmiş ülke olmak için mücadele verdiklerini dile getirerek, şunları kaydetti:

''Evlerimiz salaş, binalarımız kaçak. Yollarımız, ulaşımımız kötü. Para çok şey ama her şey değil. Biz gelişmiş bir ülke olabilir miyiz? Bu nedenle dönüşüm işine 8 elle sarılmalıyız. Habire toplanıyorlar, 'Kentsel dönüşüme karşıyız' diye. Eee güzel kardeşim, karşı çıkarsanız ölen insanların, ölecek insanların vebaline girmiş olursun. 'Rant yasası' diyorlar. 'Şeytan bunun neresinde?' denir ya... Rant bunun neresinde? Vatandaşın 'Benim evim riskli mi' diye baktırması lazım. Vatandaş nihai olarak yıkmıyorsa biz onu yıktırmaya mecburuz. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın teşvikiyle 5 Ekim'de 35 vilayette 40 noktada toplam 6 bin küsur konut, birim ve iş yerini yıkmaya başlayacağız. İnceleyeceğiz ve riskli ise yeni evine taşındığında biz ona kira yardımı da yapacağız. Vatandaşa kira yardımı yapmak rant mı? Rantsa helali hoş olsun. Bu ülke kalkınacak, ülkenin tekerine çomak sokmanın anlamı yok. Kentsel dönüşümü tek başımıza yapamayız. Bu işle ilgili aktörler ve vatandaşların bu işe destek vermesi lazım.''
''Kentsel Dönüşümde Sektörler Buluşuyor'' adlı konferansın açılışında konuşan Bayraktar, Kentsel Dönüşüm Yasası'nın esas ruhunun ve mesajının, insanın can ve mal güvenliğini temin etmek olduğunu söyledi.

Mülkiyet hakkının yasal ve kutsal olduğunun yasada belirtildiğini ifade eden Bayraktar, ''İnsanın can ve yaşama hakkı maldan daha önemlidir. Bu nedenle yasanın vitrinine bunu koyduk. Bir afet olduğu zaman canlar kaybolmasın. İnsanlarımız ölmesin ve acıları yaşamayalım. Türkiye'nin yakalamış olduğu trend bunu gerektiriyor'' diye konuştu.

''İstanbul'un konut stoku 4 milyonu aştı. Ancak bunların yarısından fazlası depreme dayanıksız'' diyen Bayraktar, Türkiye'de 20 milyon konut stoku olduğunu, 1999 depreminden sonra yeni çıkarılan yapı denetim sistemi ve deprem yönetmeliği ile göreceli olarak konutların daha düzgün yapılmaya başlandığını anlattı.

Bayraktar, 2000 yılından sonra yaklaşık 6 milyon konut yapıldığını, bunların yaklaşık yüzde 90'ının sağlam olduğunu ifade ederek, ''Kalite geldi ama istenilen noktada değiliz. 15 milyon konuttan yaklaşık 7,5-8 milyon konut deprem fay hattı üzerinde'' ifadesini kullandı.

Hakkari'den ülkeye gelen büyük bir fay hattı olduğunu belirten Bayraktar, bu fay hattı üzerindeki 7-8 milyon konutun 6,6 milyonunu elden geçirmek gerektiğini anlattı.

Kentsel dönüşümü ''sihirli değnek'' gibi yapamayacaklarını vurgulayan Bayraktar, 20 yıllık bir programları olduğunu kaydetti.
   
''Bu işi engellemeyin''
   
Çevre ve Şehircilik Bakanı Bayraktar, iki yıl içinde kentsel dönüşüm programının kendisini göstereceğini vurgulayarak, şunları kaydetti:

''Türkiye'de önemli vilayetlerde dalga dalga ciddi bir dönüşüm başlayacak. Başta İstanbul olmak üzere dalga dalga bunu yürüteceğiz. Bizi haklı eleştirenler ise katkı yapıyor. Kentsel dönüşümü engellemek isteyenlere 'hainlik yapmayın' diyorum. Bu işi engellemeyin, biz bu işi yapamazsak defolup gideriz. Ama bu işin yapılması lazım onu söyleyin. Kentsel dönüşüm Türkiye için elzem ve acildir. Biz yapamıyorsak, yanlış yapanı bu millet gönderir. Demokrasi ile yönetilen ülkelerde esas milletin dediğini yapmaktır.''

İstanbul'da en büyük gecekondulaşmanın dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı Nurettin Sözen zamanında yapıldığını savunan Bayraktar, Türkiye'nin kaçak yapı, gecekondu ve depreme dayanıksız yapılardan kurtulması gerektiğini söyledi.

Bayraktar, İstanbul'da belediye başkanlarının bu işi yapmaları için büyük gayret göstermeleri gerektiğini ifade ederek, ''Deprem ne zaman olacak- Elimizde ne varsa onlarla bir eser meydana getirmemiz lazım. Bir Bakan olarak değil, bir amele ve ayağı çarıklı biri olarak söylüyorum. Bize inanmadılar. 500 bin konut yaptık ve Hazine'den bir lira para almadık'' diye konuştu.
   
''Cenaze evinde bayram olmaz''

   
İstanbul'un bu işin amiral gemisi olduğuna dikkati çeken Bakan, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''Sel gider, kum kalır. Bu iş belediye başkanlarının insanlara ve çocuğuna bırakacağı en büyük şeref ve mirastır. Kent yasası, 'rant yasası' olmasın gibi bir anlayış var. Biz çok şerefli bir dinin mensuplarıyız. Bu işte 'rant' kelimesini getirmek çok yanlış bir şey. Cenaze evinde bayram olmaz. Allah'tan korkmamız lazım. İnsanların canını ilgilendiren bir husus yapıyoruz. Şu anda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın yatırım bütçesi 350-400 milyon lira. Hazine'den para gelecekti. Bir kuruş vermediler. Ama ekip ruhuyla çalışmak için 250 milyon döner sermaye oluşturduk. Maliye Bakanı'na da 'Sayın Bakanım bari bizden yüzde 15 kesme' dedim. Onu başaramadım yüzde 15'i bizden kesiyorlar.''

Bakan Bayraktar, kentsel dönüşümde işi başlatanın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın iradesi olduğunu ifade ederek, ''Böyle bir irade ve destek olduktan sonra çok büyük mesafe alacağız'' dedi.

Yıkılan binalarda hissedarlar anlaşamadıkları takdirde nitelikli çoğunlukla karar verildiğinde devlet olarak vatandaşların yanında olduklarını vurgulayan Bayraktar, ''Eğer 10 hisseli binada 7 kişi anlaşmışsa 3 kişinin hissesini devlet olarak bir şekilde halledeceğiz. Ya anlaşanlara ihale ile satışını temin edeceğiz, 7 hissedar 3 kişinin hissesini almazsa veya alamazsa onu devlet olarak satın alacağız. Anlaşanlara bu üç hisse 'Emrinize amade' diyeceğiz. Böyle kolaylıklar var'' diye konuştu.
   
''Türkiye'yi tutabilene aşk olsun''

   
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, bu işin 500 milyar liralık bir dönüşüm olduğunu ifade ederek, ''Özel sektör bunu yapacak. En iyi bildiğimiz iş; inşaatçılık. Deprem gelmeden biz yıkalım. 'Evimizi yıkma' diyorlar. Biz garibin yuvasını yapmaya geldik. Amacımız, salaş evlerden Türkiye'yi temizlemek, garibin evini yapmaktır. Terör belasından da kurtulduğumuz zaman Türkiye'yi tutabilene aşk olsun. Fırsatçılar bu dönemde ortaya çıkacak, onlara da mani olmamız lazım'' dedi.

Enerji, ulaşım ve iletişimin modern dünyanın en önemli argümanları olduğunu kaydeden Bayraktar, ''Türkiye enerji bağımlısı bir ülke. İnanın 60-70 milyar dolar ithal ettiğimiz yıllık enerjiye para veriyoruz. Kentsel dönüşüm esnasında ise 8-12 milyar arasında tasarruf yapacağız. Çünkü enerjinin yüzde 40'ını biz konutlarda ve binalarda harcıyoruz'' şeklinde konuştu.

Çalışmalarda sona gelindi

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, gazetecilere yaptığı açıklamada, Toplu İş İlişkileri Yasası'na ilişkin çalışmalarda sona gelindiğini kaydetti.


Tasarının TBMM'de öncelikli olarak ele alınacağını belirten Çelik, ''Meclis açılır açılmaz ilk hafta yasayı ele alalım ve çıkaralım diye bir mutabakat var. Fakat henüz bütün partilerle görüşmüş değilim. Birkaç temasım daha olacak, o temastan sonra netleşecek'' dedi. 

Yasanın çıkmaması nedeniyle işçilerin toplu sözleşme yapamadıklarını ifade eden Çelik, yeni yasanın, örgütlenmenin önündeki bazı engelleri de kaldıracağına dikkati çekti. 

Çelik, şöyle devam etti: 

''Sanal rakamlardan bizi kurtarıyor, noter şartlarından yine bizleri kurtarıyor. Elektronik ortamda bunlar yapılabilecek. Barajlarla ilgili düzenlemeler yapıyoruz. Yüzde 1'e, yüzde 2'ye çekilen barajlar var. Yüzde 10 olan barajı aşağılara çekiyoruz. Yasada, itirazlarla ilgili mahkeme süreçlerini ortadan kaldıran düzenlemeler var. Bence Türkiye şartlarında, ekonominin dünyada, bölgede bulunduğu şartlar ve sıkıntılar dikkate alındığında olması gereken düzenleme değil ama süreç içinde rötuşlar, ilaveler yapılabilir, daha da rahatlatılabilir, istenilen noktaya çekilebilir. 

Ekim'in ilk 10 gününde bu yasanın yasalaşmasında büyük zaruret var. Toplu iş sözleşmesi bekleyen işçiler 8 aydır zamlı maaş alamıyorlar. Bu haksızlığın daha çok devam etmesi kabul edilemez.'' 
    

''Devlet personel rejimimizle ilgili sıkıntılarımız var'' 
     

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın geçen dönem 4 önemli yasayı Meclis'ten geçirdiğini vurgulayan Çelik, Toplu İş İlişkileri Yasası'nı da çıkardıktan sonra şu an için başka temel yasanın kalmayacağını anlattı. 

Yeni dönemde yapmayı planladıkları değişikliklere de değinen Bakan Çelik, şöyle konuştu: 

''Taşeron işçiler, yani alt işveren yanında çalışan işçilerin durumları gibi sosyal güvenlikte atılması gereken bazı adımlar var. Bunun yanında devlet personel rejimimizle ilgili sıkıntılarımız var. Hem çalışanları memnun etmiyor hem sistemin bütünlüğünü artık kaybetmiş. 657 sayılı yasa, 657 kere değişmiş. Oradaki sıkıntıları taraflarla konuşarak yeni, çağdaş bir personel rejimi yasası konusu var. Önümüzde sorun bitmez. Bakanlıklar olacak, insanların talepleri olacak. Gerek taşeron işçileri, gerek devlet personel rejimi, gerek sosyal güvenlik alanlarında, çalışma hayatıyla ilgili önümüze çıkan sorunları çözme, vatandaşın gündelik yaşantısını kolaylaştırma ve en yakın yerden hizmet sunma konusunda adımlarımız devam edecek.'' 
     

Gazetecilerin yıpranma payı 
    

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, son dönemlerde gazetecilerin yıpranma payı hakkında çok sık sorularla karşılaştığını ifade etti. 

''Gazetecilerin yıpranma payıyla ilgili konuyu teknik heyet önümüze bir rapor olarak getirecek'' diyen Çelik, şöyle devam etti: 

''Nerede ne sıkıntı var? Hangi alanlarda yasada olmayan bir yıpranma sorunu var? Heyetin getirdiği raporu inceledikten sonra ona göre bir açıklama yapacağız inşallah. Şu an teknik heyete bunları verdik. Onlar bir çalışma sürdürüyorlar. Kendilerinden bir rapor istedik. Bu dönem içinde rapor gelir. Yıpranma konusu yaygın hale getirilirse bence sisteme çok büyük yanlışlık yapılmış olur, ama gerçekten yıprananlar var. Yıpranma ne demek? 25 yıl çalışması gerekirken işin ağırlığından dolayı 25 yıl çalışamayacak veya normalde çalışanlar kadar çalışamayacak bir pozisyonda olan şartlar içinde çalışan insan demek. 100-120 derece bir ateşin karşısında çalışman mümkün mü, değil. Bir saat çalışıyor, 1.5 saat çalışıyor sonra sürekli değiştiriliyor. Böyle insanın ömründen ömür gidiyor. Bu şekilde kaybedenleri korumaya dönük veya onların hakkını vermeye dönük bir düzenleme yapmamız gerekiyor. Gazetecilerin zorluğu var. Savaş muhabirleri var biliyorsunuz. Hakikaten orada hayatını tehlikeye atanlar var. Bunun yanında kameraman günlerce, saatlerce o yükü taşıyor. Hangi alanı alırsanız alın o alanda yıpranmayla karşı karşıya olanı ayıklamak, gerçekten hak sahiplerini ortaya çıkarmak konusunda bir çalışma yapılması gerekiyor. Bu da teknik bir çalışmadır. Bizim siyasi olarak bununla ilgili bir şey söylememiz doğru olmaz.'' 


Bu kan dursun

Çelik, Türkiye'de terörün sonlandırılması için milletin ''Bu kan dursun. Nasıl duracaksa buna bir formül bulun' dediğini belirtti.

Milletin, hükümete ve milletvekili olarak kendilerine, bu en önemli konuyu çözmek için yetki verdiğini belirten Çelik, ''Burada birçok argüman neyse, unsurlar neyse bunlar masaya yatırılır. Devletin kurumlarınca bu sorunun çözümüyle ilgili adımlar atılıyor. Asıl olan, atılan bu adımların devletimiz için, milletimiz için, kanın durması için olduğunun her kesim tarafından kabul edilmesidir'' diye konuştu.
   
''Sorunları torunlara bırakmamamız gerekiyor''
   
Çelik, hükümetin en önemli, acil konularından birinin terör olduğunu, milletin de artık bunun bitmesini istediğini dile getirerek, şöyle devam etti:

''Bir hükümet durup dururken niye yanlış adımlar atsın. Bu konuda adımı atarken oturup eksiği varsa onu tamamlamak gerekiyor. Muhalefet olarak ilave edeceğin varsa bunu söylemen gerekiyor. Onu söylemeyip, tümden karalamaya gittiğin zaman terörün istediği ortama, zemine katkı sağlıyorsun demektir. Milletin iradesiyle, millete hizmet etsin diye parlamentoya giren siyasetçinin sorun çözmeye dönük bir adım atmaktan kaçınmaması gerekiyor. Sorunları torunlara bırakmamamız gerekiyor. Sorunları çözmemiz için bize bu görev verilmiş. Onun için bunlar ötelenecek sorunlar da değil. Artık milletimizin sabrı da yok. Dolayısıyla muhalefetiyle, iktidarıyla sorumluluk sahibi insanlar olarak atılması gereken adımları atıp, bu işi çözmemiz gerekiyor.''

Türkiye'de Türk-Kürt ayrımı bulunmadığını, Kürt vatandaşların da ayrılık istemediğini vurgulayan Çelik, hiç kimsenin ''ayrışalım'' diye bir talebinin söz konusu olmadığını ifade etti.

Çelik, bu meselenin çözümü için herkesin elini taşın altına koyması gerektiğini bildirerek, şunları kaydetti:

''Terör noktasında 'iktidarın bir cümlesini, kelimesini nasıl yakalarım da bunu nasıl istismar konusu yaparım, nasıl kendime oya çeviririm' diye bir yaklaşım, milletin beklediği bir yaklaşım değil. Onun için herkesin olup bitenlere karşı çözüme katkı sağlamaya dönük hareket etmesinin doğru olacağı inancı içindeyim.''

Temel hedef tüketicileri korumak

Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, bu yıl Reklam Kurulu'nca uygulanan toplam para cezasının yaklaşık 11,7 milyon lira olduğunu bildirdi.

Yazıcı, gazetecilere yaptığı açıklamada, günümüzde işletmelerin ekonomik olarak var olabilmeleri ve varlıklarını sürdürebilmelerinin, rekabet güçleriyle doğrudan ilişkili olduğunu, yoğun rekabet ortamında; ekonomik faaliyetlerin sağlıklı biçimde yürütülmesini sağlamak, piyasada işletme ve tüketici arasındaki dengeyi korumak ve hem özel sektörün hem de tüketicilerin çıkarlarını gözetmek için bakanlık olarak çalışmalarını sürdürdüklerini söyledi.

Temel hedeflerinin, tüketicileri ve rekabetçi piyasa işleyişini korumak, reklam sektörünü etkin şekilde denetlemek ve sektörü usulsüz reklam uygulamalarından arındırmak olduğunu ifade eden Yazıcı, Reklam Kurulu tarafından, hukuka uygun olmayan reklamlarla ilgili mevzuatta öngörülen yaptırımların tavizsiz şekilde uygulandığını kaydetti.

Reklam Kurulu'na; 2012 yılı başından bugüne kadar toplam bin 532 başvuruda bulunulduğunu anlatan Yazıcı, bu başvuruların yüzde 38'inin tüketiciler, yüzde 49'unun kurum ve kuruluşlar, yüzde 10'unun rakip firmalar tarafından yapıldığını ifade eden Yazıcı, kalan yüzde 3'lük kısmın ise resen başlatıldığını anlattı.
    
En çok başvuru gıda sektörü reklamlarına yapıldı
    
Bu yıl yapılan başvuruların sektörel dağılımına bakıldığında, gıda sektörünün 477 adet başvuruyla ilk sırada yer aldığını belirten Yazıcı, sağlık sektörüne ilişkin 222, kozmetik ve temizlik ürünleri sektörüne ilişkin ise 189 başvuru yapıldığını söyledi.

Reklam Kurulu'nda bu yıl bin 665 dosya görüşüldüğünü, dosyalardan 892'sinin ön inceleme sonucunda detaylı incelemeye değer bulunmadığını ifade eden Yazıcı, ''Kurulca incelemeye değer bulunup karara bağlanan dosya sayısı 773'tür. Bunlardan 740'ı yasalara aykırı bulundu. Bu da incelenen reklamların yüzde 95'inde yasanın ihlal edilmesi anlamına geliyor'' dedi.

Bu yıl içinde Reklam Kurulu'nca uygulanan toplam para cezasının ise yaklaşık 11,7 milyon lira olduğunu belirten Yazıcı, şu bilgileri verdi:

''Uygulanan idari para cezalarının sektörel dağılımına bakıldığında 3 milyon 938 bin 720 lira ile iletişim hizmetleri sektörü birinci sırada, 1 milyon 935 bin 290 lira ile gıda sektörü ikinci, 1 milyon 354 bin 79 lira ile kozmetik ve temizlik ürünleri sektörü üçüncü sıradadır.

Bakanlık olarak amacımız Reklam Kurulu'nu, sadece yaptırım uygulayan otorite olarak değil; sektörün işleyişini hem tüketici lehine sağlayan hem de ekonomiyi ayakta tutan, rekabeti hukuki kurallar çerçevesinde yürüten bir mekanizma haline getirmektir.''

29 Eylül 2012 Cumartesi

Tarımsal ihracat dünya ortalamasını geçti

Türkiye'nin 2002 yılında 4 milyar dolar olan tarımsal ihracatı, yüzde 282 artarak 2011 yılında 15,3 milyar dolara ulaştı.


Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamaya göre, Türkiye'nin 2002 yılında 4 milyar dolar olan tarımsal ihracatı yüzde 282 artarak 2011 yılında 15,3 milyar dolara ulaştı. Bu süreçte dünya tarımsal ihracatı ise yüzde 181'lik artış gösterdi. 
Tarımsal ihracatın büyük çoğunluğunu oluşturan gıda maddeleri ihracat artışı ise yüzde 295'e ulaştı. Böylece Türkiye, dünya ortalamasının üzerinde bir ihracat artışı gerçekleştirdi. 
2012 Ocak-Ağustos döneminde, 2011 yılının aynı dönemine göre ihracat yüzde 6,7 artarak 10 milyar dolar olarak gerçekleşti. 2012 yılının ilk 8 ayında gıda maddeleri ihracatı önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 7,9 artarak 9,4 milyar dolar olarak gerçekleşti. 
İthalat ise aynı dönemde yüzde 7,8 düştü. Böylece Türkiye bu yılın ilk 8 ayında, 2,5 milyar dolar gıda maddeleri dış ticaret fazlası verdi. 
2012 yılı Ocak-Ağustos döneminde, bir önceki yılın aynı dönemine göre ihracatında artış görülen ürün gruplarından süt ve süt mamulleri yüzde 12,7'lik artışla 336 milyon dolara, şeker ve şeker mamulleri yüzde 10,2'lik artışla 327,8 milyon dolara, meyve sebze konserveleri yüzde 11,7'lik artışla 1 milyar 80 milyon dolara, makarna ve diğer unlu mamuller yüzde 21'lik artışla 765,1 milyon dolara, hububat yüzde 64,3'lük artışla 118,6 milyon dolara yükseldi.

Marmaray 30 Eylül 2013’te hizmette

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, yapımına devam edilen Ankara-İstanbul Yüksek Hızlı Tren (YHT) hattı ile Marmaray Projelerinin 29 Ekim 2013 olan hedeflenen tamamlanma tarihini 30 Eylül 2013'e çektiklerini bildirdi. 


Ankara-İstanbul YHT hattı inşaatında incelemelerde bulunmak üzere helikopterle Bilecik'in Osmaneli ilçesine gelen Bakan Yıldırım'ı, İlçe Stadı'nda, Bilecik Valisi Halil İbrahim Akpınar, AK Parti Bilecik Milletvekili Fahrettin Poyraz, Bilecik Belediye Başkanı Selim Yağcı, TCDD Genel Müdürü Süleyman Karaman, Osmaneli Kaymakamı Ali Ada, Bilecik Jandarma Komutanı Kıdemli Albay Ertan Yıldırım, Bilecik Emniyet Müdür Vekili Zafer Erdoğan ile AK Parti Bilecik İl Başkanı Ramazan Kurtulmuş karşıladı. 

Bakan Yıldırım, YHT hattı alt yapı çalışmalarının yürütüldüğü Osmaneli yerleşkesindeki şantiyede düzenlediği basın toplantısında, projenin en zor bölümünün Osmaneli'de olduğunu ifade etti. 

Burada 150 kilometreden oluşan bir hat bulunduğunu ve ağırlıklı olarak sanat yapılarından oluştuğunu belirten Yıldırım, şöyle devam etti: 

''Tüneller ve viyadükler, yolun büyük bir kısmını oluşturmaktadır. Bu tünellerin toplam uzunluğu 59 kilometre ediyor. 16 adedi tamamen bitmiş, geriye kalan 19 adedi de yüzde 80 seviyesinde tamamlanmıştır. Toplamda geçtiğimiz 33 ay içinde inşa edilen, tamamlanan hat boyunca toplam tünel uzunluğu 34 kilometredir. Açılan en büyük tünel 7 bin 450 metre olacaktır. Ayrıca 13 kilometre toplam uzunluğa erişen 28 tane viyadük var. Bu 28 viyadüğün 15 adedi tamamen bitti, geri kalan 13 adedinde de çalışma devam ediyor. İlerleme oranı yüzde 75'tir. Demek ki, tüneller yüzde 80, viyadükler ise yüzde 75 oranında tamamlanmış. Yine projede 13 üst geçit, 40 alt geçit, 123 adet de küçük menfez dediğimiz alt geçit mevcuttur. Bunların da aşağı yukarı yüzde 98'i tamamlanmıştır. Toplam katı dolgu işi 14 milyon 500 bin metreküpü bulmuştur. Ray döşeme işi de bir yandan başlamıştır. Pamukova'dan bu tarafa doğru ray döşemesinin devam ettiğini, İnönü'den Bozüyük istikametine de çalışmaların başladığını gördük. Şu an itibariyle güney kesimde 15 kilometrelik bir hat, ray döşemeye hazır haldedir.'' 
    

''Alt yapı çalışmaları 15 Mart 2013'e kadar tamamlanacak'' 
    

Alt yapı ile üst yapının birbiriyle uyumlu ilerlemesinin, projenin zamanında tamamlanması bakımından hayati öneme sahip olduğunu belirten Bakan Yıldırım, ''Projenin hedeflenen tamamlanma tarihi 29 Ekim 2013'tü. Bu tarihi 30 Eylül 2013'e çekmiş bulunuyoruz'' dedi. Yıldırım, koşullar gereği böyle bir planlama yapıldığını ve iş planının yenilenmesi gerektiğini ifade etti. 

20 Nisan 2013 olarak öngörülen tüm alt yapı işlerinin tamamlanmasının da 15 Mart 2013'e kadar bitirilmesinin hedeflendiğine dikkati çeken Bakan Yıldırım, şunları söyledi: 

''Projeyi Ankara-İstanbul olarak ele aldığımızda 750'den fazla sanat yapısı var. Şu anda bu bölgede 2 bin kişi çalışıyor. 600 adet iş makinesi çalışıyor. Sadece buradaki makine parkının bedeli 200 milyon liranın üzerindedir. Bu da projenin ve yüklenicilerimizin projeye verdiği önemi, zamanında hatta biraz daha erken bitirilmesi için ne kadar büyük gayret gösterildiğini ortaya koyuyor.'' 

Bir gazetecinin sorusu üzerine Bakan Yıldırım, Ankara-İstanbul YHT projesiyle eş güdümlü ilerleyen Marmaray projesini de 30 Eylül 2013'de tamamlamayı hedeflediklerini bildirdi. 

Bakan Yıldırım, hem Ankara-İstanbul YHT hem de Marmaray projelerinin bir yılda tamamlanacak olmasını ''çok iddialı bir süre'' diye niteleyerek, müteahhitlere güvendiklerini ve onların bu sürede projeleri tamamlayacağına inandıklarını ifade etti. 
     

Eskişehir-Konya arasında YHT seferleri düzenlenecek 
     

YHT projelerine vatandaşların büyük ilgi gösterdiğine işaret eden Yıldırım, şunları kaydetti: 

''Yapılan anketlerde, 'YHT projelerinin hız kesmemesi lazım, devam etmesi gerekir' diyen, 'Mutlaka yaygınlaştırılması gerekir' diyen vatandaşlarımızın oranı yüzde 80'in üzerinde. 'Maliyeti önemli değil, mutlaka YHT'yi her tarafa götürün' diye bir beklenti var. Bir de YHT'nin yaygınlaştırılmasının, Türkiye Cumhuriyeti'nin kalkınmışlığının, gelişmiş ülke olmasının bir göstergesi olarak algılıyorlar ve bu oran da yüzde 70-80'in üzerinde. 'YHT olduğu zaman bu ülkenin vatandaşı olmaktan gurur duyuyoruz' diyenlerin sayısı da yüzde 80'in üzerinde. Ayrıca, 'YHT'nin, geçtiği bölgeye ne faydası vardır?' diye sorduğumuzda aldığımız cevap çok ilginç; yüzde 85 oranında o bölgenin kalkınmasına, ekonomisine katkı yapacağını söylüyor vatandaşlarımız. YHT'nin yaygınlaştırılmasını, vatandaşlarımızın beklentileri doğrultusunda sürdüreceğiz.'' 

Yıldırım, bir gazetecinin, ''Eskişehir'deki garın yeriyle ilgili bir planınız var mı?'' sorusu üzerine, mevcut garın korunacağını ve yanına yenisinin yapılacağını belirtti. 

Eskişehir ile Konya arasında YHT seferleri düzenlenmesi için çalışmaların sürdüğünü anlatan Yıldırım, ''Çok yakında bu seferleri başlatıyoruz. Tarihi biliyoruz ama teyit beklediğimiz için söyleyemiyoruz. Ancak bir aydan az bir süre içinde olabilir'' diye konuştu. 
   

İstanbul bir BM şehri olacak

Dışişleri Ahmet Davutoğlu, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda Türkiye'nin küresel aktör olma kapasitesinin açıkça arttığının görüldüğünü bildirdi.


Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu 67. Dönem açılış programları çerçevesinde New York temaslarını tamamlayan Dışişleri Ahmet Davutoğlu, Türk gazetecilere yaptığı açıklamada, açılış haftası süresince yapılan görüşmelerde Türkiye'nin küresel aktör olma kapasitesinin açıkça arttığının görüldüğü değerlendirmesinde bulundu.

Bir hafta içinde küresel ve bölgesel konuların ele alındığı 42 ikili ve 19 çoklu görüşmenin yanı sıra 10'a yakın da özel etkinliğe katıldığını anlatan Davutoğlu, Türkiye'nin gördüğü ilgiden çok memnun kaldıklarını ifade etti.

''Türkevi, Birleşmiş Milletler'in bir ofisi gibi çalışıyor'' diyen Davutoğlu, bu durumun Türkiye'nin BM ile ne denli yakın ve etkin şekilde çalıştığının göstergesi olduğunu vurguladı.

BM temaslarında yeni süreçlerin başlatıldığını ve uluslararası yeni bir düzen kurma noktasında çalışmaların olduğunu belirten Davutoğlu, BM'nin yeniden yapılandırılması gerektiğini ifade etti.

BM'nin sorunlara müdahale noktasında kapasitesini görüşme yapılan heyetler ile değerlendirmeye alındığını söyleyen Davutoğlu, BM Güvenlik Konseyi'nin de üye sayısının artırılması ve yapısının değiştirilmesi yönünde girişimlerde bulunulduğunu aktardı.

''Genel Kurul ile Güvenlik Konseyi arasındaki açı gittikçe açılıyor'' diyen Davutoğlu, uluslararası toplumun genel vicdanını yansıtan Genel Kurul ile Güvenlik Konseyi'nin çalışma ritmi konusunda farklılık problemi olduğunu söyledi.
   
İstanbul bir BM şehri olacak

   
''İstanbul'u bir BM şehri yapacağız, bütün bölge ofisleri İstanbul'da toplanacak'' diyen Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Türkiye'nin sadece kendisi ile ilgili konuları ele alan pozisyondan çoktan çıktığını ve bölgesel güç kapasitesini arttırdığını, küresel aktör olma kapasitesinin de arttığının bu genel kurulda daha iyi görüldüğünü söyledi.

Davutoğlu, Türkiye'nin dünya barışına katkı sağlamak için Medeniyetler İttifakı Projesi ile ilgili, ''133 üye ülke ile belki de en geniş kapsamlı küresel platformu oluşturduk'' derken, Hz. Muhammed ile ilgili kışkırtıcı filmler, karikatür ve afişlerin yol açtığı problemleri çözmek adına, bu ittifak çerçevesinde ayrı bir çalışma yaparak, BM Genel Kurulu'na bunu Arap Birliği, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ile beraber çalışmayı sunacaklarının haberini verdi.

Brezilya, İsveç ve Türkiye olarak bu konuda aldıkları inisiyatifi bir sonraki adıma taşıyacaklarını söyleyen Davutoğlu, yine dünya barışı için BM nezdinde bir yol gösterici olması için hazırlanan arabuluculuk rehberini Finlandiya ile beraber hazırladıklarını, yakın dönemde arabulucuk grubu üyelerinin 100 rakamına ulaşacağına inandığını belirtti.

Davutoğlu, uluslararası alanda attıkları diğer önemli adımın da diplomatların terör kurbanı olmaması yönünde alınan önlemler ve Avusturya ile Japonya'nın da desteklediği üzere nükleer silahların engellenmesi konusundaki girişimler olduğunu kaydetti.

BM açılış haftasındaki görüşmeleri, Orta Asya'dan Balkanlara, Rusya'dan Afrika'ya, Latin Amerika'ya kadar uzanan bir görüşme yelpazesi olarak niteleyen Davutoğlu, Türkiye'nin dünyanın her türlü coğrafyasına samimi bir ilgili duyduğunu söyledi.

''Geçen sene Somali mini zirvesinde Türkiye dışında en az 5 ülkenin daha Somali'ye büyükelçilik açma sözü verdi. Şu ana kadar sadece Türkiye sözünü yerine getirdi. Geçen sene söz verenler bu sene de söz verdiler'' diye konuşan Davutoğlu, diğer ülkeleri samimiyet noktasında sorgulanırken, bundan dolayı dünyanın neresinde bir sorun olsa Türkiye'ye başvurulduğunu sözlerine ekledi.

New York temaslarını tamamlayan Davutoğlu, Türk gazetecilere yaptığı açıklamada, BM haftasında, İran, Irak, Yunanistan ve Rusya temsilcileri ile olumlu görüşmeler yaptığını, Yunan mevkidaşının daveti üzerine 10 Ekim'de Atina'ya resmi bir ziyarette bulunacağını belirtti.

New York ziyaretinde Özbekistan Dışişleri Bakanı Abdulaziz Kamilov ile de bir araya geldiğini söyleyen Davutoğlu, görüşmeden her iki tarafın da memnun ayrıldığını ve ilişkilerin tekrar canlandırılması için çalışmaların başlatılacağını söyledi.

Kıbrıs sürecine ilişkin ise Davutoğlu, 2004 yılında Kıbrıs'ta barış şansının Rumlar tarafından değerlendirilmediğini söyledi. Davutoğlu, sürece ilişkin ''Barışı isteyen ile istemeyenin aynı kefeye konulması artık kabul edilemez'' dedi.

KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu'nun yanı sıra Togo ve Belarus Dışişleri Bakanları ile ayrı ayrı görüşen Davutoğlu, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile de bir araya geldi. İki ülke dışişleri bakanlarının ana gündemini Suriye konusu oluşturdu.

Programına, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı ve Güney Doğu Asya Ülkeleri (ASEAN) buluşmasını da sığdıran Davutoğlu, BM-Arap Birliği Özel Suriye Temsilcisi El Ahdar El İbrahimi ile de bir araya geldi.

Hızla pazarlarımızı genişletmemiz gerekiyor

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu (TUSKON) Başkanlar Kurulu Toplantısında konuştu.


Başbakan Yardımcısı  Babacan, TUSKON'un, Türkiye'nin kalkınma mücadelesine yoğun bir katkıda bulunan Türk girişimcilerinin ve iş adamlarının uluslarası areneda görünürlüğünü artırmak ve yeni iş fırsatları oluşturmak için yoğun bir şekilde çalıştığını söyledi.

Babacan, 2 yıl önce TUSKON'un davetine katıldığında üye sayısının 15 bin olduğunu hatırlatarak, ''Bugün TUSKON 43 bin girişimcimizi temsil etmekte. Bu kadar kısa zamanda böyle geniş bir üye tabanına ulaştığı için TUSKON'u kutluyorum. Üye sayısındaki bu artış Türkiye'nin dinamizminin, insanımızın büyüme arzusunun bir göstergesidir'' diye konuştu.

TUSKON'un yurt dışında açtığı temsilciliklerle Türkiye'nin önemli bir sesi haline geldiğini ifade eden Babacan, şöyle konuştu:

''Sadece ekonomi ile ilgili konularda değil, bir çok siyasi konuda da Türkiye'deki sosyal gelişmeler konusunda ve olup biteni çok daha iyi anlatabilmek açısından da TUSKON çok önemli bir fonksiyonu üstlenmiştir. Dünyanın dört bir tarafında büyükelçiliklerimiz var. Çoğu zaman bir sivil inisiyatifin, bir STK'nın yaptığı çalışmalar çok daha etkili ve sonuç yapıcı oluyor. Bunları yakından görme imkanı buldum. Ticaret Köprüsü Programıyla şimdiye kadar Türk iş dünyasının adını duymadığı coğrafyalara da uzanarak, TUSKON çok önemli açılım zeminini Türk iş dünyasına sağlamıştır.

2008'de Afrika'da sace 12 büyükelçiliğimiz varken bir karar aldık ve Afrika'daki elçilik sayımızı 34 'e çıkartmayı kararlaştırdık. O kararı alırken görüşler aldım. Görüşlerinden en çok istifade ettiğimiz kurumlardan bir tanesi TUSKON oldu. Afrikadaki etkinlikler hangi ülkelerde elçilik açmamız gerektiğine ışık tuttu. Afrika'daki büyükelçilik sayımız 32'ye ulaştı.

Şu anda THY 20'nin üzerinde destinasyona doğrudan uçuyor Afrika'da. THY şuanda 92 ülkeye uçuş yapıyor. Bu 92 sayısı dünyada birinci sırada olmaktır. Bu hem Türkiye'nin yurt dışı açılımın bir sonucu hem de Türk iş dünyasının yurt dışındaki yoğun faaliyetlerinin getirdiği bir sonuç. Aynı zamanda hükümetin ve THY'nin doğru politikalarının bir sonucudur.''
   
''Hızla daha yeni coğrafyalara açılmamız gerekiyor''
   
Babacan, geleneksel ihracat pazarlarında artık sıkıntılar olduğuna vurgu yaparak, ''Bunu 2008-2009 krizine kadar çok görmüyorduk. 2002'den beri konuşulan problemler ve riskler sonunda geldi, 2008-2009'da Avrupa başta olmak üzere gelişmiş olan ekonomileri vurdu. İşte Bu nedenledir ki, hızla pazarlarımızı genişletmemiz gerekiyor. Hızla daha yeni coğrafyalara açılmamız gerekiyor'' tavsiyesinde bulundu.

Güneydoğu Asya ve Çin'de çok yoğun bir ekonomik aktivite olduğuna işaret eden Babacan, Malezya'nın bir numaralı ihracat pazarı Amarika iken, artık Çin'in bir numaraya geldiğini vurguladı.

Çin'in, dünyanın en büyük otomobil pazarı haline geldiğini anlatan Babacan, ''Geçen yıl satılan otomobil sayısı 28 milyon. Çin, dünyanın ikinci büyük ekonomisi, Japonya'yı geçti. 2020 de Amerika'yı da geçerek, dünyanın en büyük ekonomisi olma yolunda. Oralarda şimdiden yer tutmak, işbirliği oluşturmak son derece önemli'' dedi.
   
''Çin ve Güneydoğu Asya ile olan ilişkilerimiz hızlı bir şekilde gelişiyor''
   
Türkiye'nin Çin ve Güneydoğu Asya ile olan ilişkilerinin hızlı bir şekilde geliştiğini kaydeden Babacan, ''Her ne kadar dış politikada, siyasi alanda anlaşamadığımız konular olsa da, 2010'da Çin Başbakanı'nın ziyareti sırasında ilişkilerimizi stratejik işbirliği seviyesine ulaştırdık. Bu günlerde ekonomik ilişkilerimizi diğer konulardan ayrı tutarak, Çin ile olan ilişkilerimizi götürmeye çalışıyoruz'' değerlendirmesini yaptı.

Babacan, Türkiye'nin geniş petrol kaynakları ve doğal gazı olmadığını anımsatarak, ''Bizim en değerli zenginliğimiz, dünyanın her yerinde iş yapabilen, içinde bulunduğu coğrafyaya kolaylıkla uyum sağlayabilen, risk almaktan korkmayan girişimci bir ruh. Aslında ekonomik yapımıza bakarsak, elin taşıyla elin kuşunu vuruyoruz. Bütün hammaddeyi ithal ediyoruz. Geçen yıl enerji ithalatına ödediğimiz rakam 54 milyar dolar. Tekstil ve benzeri ürünler yapıp dünyanın dört bir tarafına ihraç ediyoruz'' diye konuştu.
   
''Petrol zengini ülkeler Türkiye'ye gıpta ile bakıyor''
   
Babacan, petrol zengini pek çok ülkenin ekonomiden sorumlu bakanlarıyla görüştüğünde, hepsinde Türkiye'ye karşı çok ciddi bir gıpta olduğunu belirterek, ''Keşke biz de ekonomimizi çeşitlendirmiş, sanayisiyle, hizmetiyle, turizmiyle komple kalkınan bir ülke olabilseydik, diyorlar'' dedi.

Babacan, 2008-2009 küresel ekonomik krizin henüz bitmediğini vurgulayarak, ''2008- 2009 krizi safhalar değiştirerek devam ediyor. Krizin ilk safhasında problem bankalardaydı. İçinde bulunduğumuz safhada problemler artık devletlere de sirayet etmiş durumda. Krizin ilk safhasında problem yaşayan bankalara devletler destek çıkarken, şuan devletlerin kendi kredibilitesinde, gücünde çok ciddi bir erozyon var'' yorumunda bulundu.

Küresel finansal sistem ya da herhangi bir ülkenin kendi içindeki finannsal sistemin dayandığı en önemli noktanın, o ülkenin devletine ve hazinesine duyulan güven olduğuna dikkati çeken Babacan, ''Herhangi bir sıkıntı olduğunda 'nasılsa devlet burada' deyip bir güvence vardır. Fakat krizin içinde bulunduğumuz safhada o güvence maalesef zayıflamış durumda, özellikle pek çok Avrupa ülkesinde'' dedi.
   
''Pek çok Avrupa ülkesinde bankacılığın yükü borç stoklarını yükseltti''
   
Problem yaşayan bankalardan üstlenmek zorunda kalınan risklerin, borçların, sorun yaşayan finans kuruluşlarından devletlerce ödenen maliyetlerin hem bütçe açıklarını hem de kamu borç stoğunu artırdığını vurgulayan Babacan, şunları kaydetti:

''Nasıl bizim 2001 krizinde kamu borç stoğumuz birden sıçradıysa bankacılıktan gelen yükü devlet üstlendiği için, aynı şekilde pek çok Avrupa ülkesinde bankacılığın yükü, borç stoklarını yükseltmiş durumda. Bir de bunun üzerine bir çok Avrupa ülkesinde 'ben daha çok para harcayacağım o şekilde büyüyeceğim' diye 2009'da izledikleri çok yanlış bir uygulama vardı. Onu da eklediğimizde pek çok Avrupa ülkesinin borcunu ödeyip ödeyemeyeceği ciddi şekilde tartışılır hale geldi.

Avrupa'da kararlar alındı, fakat uygulama konusunda hala pek çok aksaklığın olduğunu görüyoruz. 17 ülke tek bir para birimi kullanırken, 17 ülkenin ayrı ayrı maliye politikası izlemesi, ayrı ayrı bütçe dengeleri kurması sürdürülebilir bir yapı değil.''
   
''Hem AB'de hem ABD'de para basarak bir çözüm üretme çabası var''
   
Babacan, 25 ülkenin altına imza attığı mali kuralın işleyişine değinerek, Avrupa ve Amerika'da çok ciddi bir açık ve borç yükü oluştuğunu, kamu borç stoğunun mili gelire oranının yüzde 100'ü aştığını anımsattı.

Bu yükün tamamen merkez bankalarının karşılıksız bastığı para ile finanse edildiğinin altını çizen Babacan, ''Şu anda Amerika'nın para birimi dolar dünyada hala itibar görüyor. İlerde ne olacağının garantisi yok. Ülkeler dolara itibar ettiği sürece belki bu çarkı döndürebilirler. Bu kadar karşılıksız para basılıyor da, ilerde bu acaba ne olacak diye bir soru işareti gelirse, işte o zaman ciddi bir değer kaybı tüm dünyanın istikrarını ciddi bir şekilde riske sokabilir'' uyarısında bulundu.
   
''Avrupa'da bir çok ülke yangın yerine döndü''
   
Şuan çarkın döndüğünü ama ilerde ne olacağının çok açık olmadığını söyleyen Babacan, şunları söyledi:

''Seçimlerden sonra ABD hükümetin çok ciddi adımlar atması gerekiyor. Borç sürekli arttığı ve borcu borçla ödedikleri için bir tıkanma olabilecek. Bunlar hayra alamet şeyler değil. Önümüzdeki dönemde Amerikan ekonomisi dünyada çok tartışılacak, piyasa projektörleri o taraf çevirecek. Sonuçta hem AB'de hem ABD'de para basarak bir çözüm üretme çabası var.

Para basarak bu açığı kapatayım düşüncesini Türkiye'de yaşadık, bu yürümüyor. Ülke krizlerle karşı karşıya kalıyor. Mali disiplin çok önem taşıyacak önümüzdeki dönemde. Avrupa'da bir çok ülke bir yangın yerine döndü. Ciddi sosyal krizin içine düşmüş durumda bu ülkeler.

Zamanında iyiyken, istikrar varken zor kararlar almak çok önemli. Kolay değildir, kongre haftamız ve 2013-2014-2015 seçim yıllarımız, biz bazı fiyat ayarlamaları zorunda kaldık. Başbakanımızın bu konudaki yorumu çok manidardır; 'Komşularımız gibi battıktan sonra mı bu adımları atsaydık?' dedi.

Zamanında tedbir çok önemli. Bu kararları vermek, uygulamak kolay değil. Kısa dönemde rahatsızlık ve hoşnutsuzluk olabilir ama ülkenin uzun vadeli istikrarı için gerçekçi olmak zorundayız, dengeleri mutlaka dikkatli yürütmek zorundayız.''
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü'nün (OECD) 2012-2017 yılları arasında tüm üye ülkeler arasında Türkiye'nin yüzde 5,2 ile en hızlı büyüyecek ekonomi olacağı tahminine dikkat çekerek, ''Biz yüzde 9-10'lardan yüzde 3-4'leri konuştuğumuz için hafif bir moral bozukluğu oluyor ama, bizim konuştuğumuz bu rakamlar, OECD ülkelerinin tümünün en yükseği olacak'' dedi.

Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu (TUSKON) Başkanlar Kurulu Toplantısı'nda konuşan Babacan, 2011 yılının Eylül ayında dünya ekonomisi ile ilgili 2012 büyüme beklentisi yüzde 4 iken, bu beklentinin aşağı doğru revize edildiğini ve en son 2012 Temmuzda yayınlanan verilere göre yüzde 3,5'a indiğini söyledi.

Bu çalışmaların bir kısmını OECD ve IMF'nin hazırladığını aktaran Babacan, bu rakamların da revize edileceğini ve büyük ihtimalle dünya ekonomisinin bu yıl yüzde 3,5'lik büyüme oranlarını bile göremeyeceğini ifade etti.

Geçen yıl bu zamanlar 'Çin ekonomisi yüzde 9 büyür' denilirken, şu anda 8 rakamının tahmin edildiğini anımsatan Babacan, geçen yıl Avro Bölgesi'nin 2012'de yüzde 1,1 büyüyeceğinin tahmin edildiğini, bugünse bu rakamın yüzde 0,3 daralma şeklinde tahmin edildiğini dile getirdi.

2013'e bakıldığında da durumun hiç farklı olmayacağına işaret eden Babacan, 2013'te büyümenin Çin'de yüzde 9,3 beklenirken, yüzde 8,5'e revize edildiğini söyledi.

2013'te Avro Bölgesi yüzde 1,5 büyür denilirken, yüzde 0,7'ye revize edildiğini hatırlatan Babacan, sözlerine şöyle devam etti:

''Avro Bölgesi bu yıl daralacak. Gelecek yıl da 0,7'lik bir büyüme ancak olacak. Bunun da aşağı doğru revize edilme ihtimali var. Tokyo'da yapılacak Dünya Bankası - IMF Toplantılarında bunların hepsi yeniden açıklanacak. Bu yıl dünya ekonomisine baktığımızda, büyüme rakamlarının aşağı doğru revize edildiğini görüyoruz. Gelişmiş ekonomiler ile gelişmekte olan ekonomiler arasında çok ciddi ayrımlar söz konusu. 2000 yılında pek fark yokken, gelişmekte olan ülkeler yüzde 4,5, gelişmiş ülkeler yüzde 6 büyürken; bugün bu fark çok ciddi açılmış durumda. Gelişmekte olan ülkelerin büyüme hızı, gelişmiş ülkelere göre çok daha yüksek noktalarda.

Küresel ekonomide çok ciddi bir zemin değişimi söz konusu. 2000 yılında gelişmiş ülkeler dünya ekonomisinde yüzde 62,5 pay alırken, şimdi yüzde 50'ye doğru düşüyor. Gelişmekte olan ülkeler yüzde 37,5 iken, şimdi yüzde 50'ye doğru yükseliyor. 10 sene sonra aşağı yukarı dünya ekonomisinin 3'te 2'ye yakını bugünkü gelişmekte olan ülkeler, ancak 3'te 1 civarı gelişmiş ülkeler olacak. Bu da bizlerin ihracat, yatırım kararlarını verirken nerelere bakmamız gerektiği konusunda çok önemli bir trend.''
   
''Borç sorunu gelişmiş ülkelere kaydı''
   
1998 Asya krizinden sonraki dönemde gelişmekte olan ekonomilerde borç sorunu olduğunu anımsatan Babacan, şimdi bu sorunun gelişmiş ülkelere kaydığını söyledi.

Gelişmekte olan ülkelerin bütçe açığının düştüğünü, borç stokunun azaldığını aktaran Babacan, gelişmekte olan ülkelerde Asya Krizi'nden sonra yüzde 100'ü geçen ortalama borcun bugün ciddi oranda düştüğünü ifade etti.

Türkiye'nin 2008 öncesinde çok önemli adımlar attığını anımsatan Babacan, mali disiplini sağladığını, Merkez Bankası'nın politikaları ile enflasyonla mücadele ve fiyat istikrarında önemli adımlar atıldığını anlattı.

Babacan, 2004-2005-2006'da Türkiye'de çok ciddi bir bankacılık reformu yaptıklarını dile getirdi.

Bu reformları işleri iyi iken, yüksek büyüme oranları varken yaptıklarını vurgulayan Babacan, bir bakıma kötü günlerin hazırlıklarını yaptıklarını, bankalardaki sermaye yeterlilik rasyosunu yüzde 8'den yüzde 12'ye çıkardıklarını belirtti.
   
''Türkiye gelişmiş ülkelerle arasındaki farkı büyüme hızıyla kapatacak''

   
Konut kredilerine yüzde 25 peşin ödeme şartı ve banka yöneticilerine şahsi sorumluluk getirdiklerini de anımsatan Babacan, şunları kaydetti:

''Bütün bunlar bizi bu son krizden koruyan en önemli adımlar oldu. Sosyal güvenlik ve sağlık reformumuzu, kamu maliyesi kontrolüyle ilgili adımları kriz öncesinde tamamladık. Türkiye bu dönemde yaptığı siyasi reformlarla da kendini ayrıştırdı. Kriz döneminde de daha farklı uygulamalara girdik. Krizden önce kamu maliyesi ve bankacılıkta attığımız adımlar, krizden Türkiye'yi korudu ama kriz döneminde de, Avrupa ülkelerinin harcama artırdığı dönemde tam tersine bütçe açığımızı nasıl düşüreceğiz, kamu borç stoğumuzu nasıl aşağıya indireceğiz, bunun detaylarını Orta Vadeli Programda açıkladık.

Mali disipline dikkat ettik, para politikasında ihtiyatlı olmaya devam ettik. Makro ihtiyati tedbirleri de bankacılık üzerinden etkin bir şekilde kullandık. Türkiye 2010-2011 yıllarında gerçekten yüksek büyüme oranlarını yaşadı. 2012-2013-2014'ten itibaren belki daha düşük büyüme oranları göreceğiz ama daha sürdürülebilir ve dış dünyadaki gelişmelerden kendini daha fazla korumaya almış bir ekonomik yapıyı göreceğiz.''

Uluslararası kuruluşların yaptığı çalışmalara göre, 2007-2017 arasındaki 10 yıllık dönemde Türkiye ekonomisinin yüzde 42, 43 büyürken, Amerikan ekonomisinin belki yüzde 20, Avrupa ekonomilerinin ortalama yüzde 10, Japonya'nın ise ancak yüzde 5'lik bir kümülatif büyüme olacağını anlatan Babacan, ''Türkiye farkı hızıyla kapatacak'' dedi.
   
''Türkiye'nin 2012, 2013 büyüme rakamı Avrupa'nın en hızlısı olacak''

   
OECD'nin 2012-2017 yılları arasında tüm üye ülkeler arasında Türkiye'nin yüzde 5,2 ile en hızlı büyüyecek ekonomi olacağını tahmin ettiğini anımsatan Babacan, ''Biz yüzde 9-10'lardan yüzde 3-4'leri konuştuğumuz için hafif bir moral bozukluğu oluyor ama bizim bu konuştuğumuz büyüme rakamları, OECD ülkelerinin tümünün en yüksek oranı olacak'' diye konuştu.

Türkiye'nin hem 2012, hem 2013 büyüme rakamının Avrupa'nın en hızlı büyüme oranları olacağını vurgulayan Babacan, Türkiye'nin ihracatının halen yüzde 38'ini Avrupa ülkelerine gerçekleştirdiğini anımsattı.

Türkiye'ye gelen finansman akışının 4'te 3'ünün AB'ye üye ülkelerden geldiğinin unutulmaması gerektiğini dile getiren Babacan, AB ile bu kadar bağlı bir ekonomi varken, orada olup bitenden tamamen izole, tamamen ayrı bir ekonomik tablonun kısa vadede çok gerçekçi olmadığını ifade etti.

AB'ye olan bağımlılık azaldıkça hem ticarette, hem finansmanda Türkiye'nin Asya'ya, belki de Latin Amerika'ya daha fazla entegre oldukça, oraların büyüme oranlarına, ekonomik aktivitesine biraz daha shift edileceğini anlatan Babacan, dünyanın değişen ağırlık merkezine paralel bir biçimde Türkiye'nin de iş yapma modelini kaydırmasının gerekeceğini söyledi.
   
Nüfus uyarısı
   
Türkiye'nim hem sermaye stoğunun, hem iş gücünün büyüme potansiyelinin arkasında önemli olduğunu bildiren Babacan, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''Nüfusumuz en önemli gücümüz. 2035 yılına kadar Türkiye'nin nüfusu artarken, pek çok ülkeninki sabit kalacak. Türkiye için 2035-2040 sonrasındaki bölgeyi biraz riskli görüyoruz. Eğer Türkiye'de ailelerin daha fazla çocuk sahibi olmasını sağlayamazsak, 2035-2040 yıllarından sonra Türkiye'de nüfus düşüş trendine girecek.

Bu, sosyal güvenlik yapımız açısından da son derece önemli. Bağımlılık oranı, sosyal güvenlik sistemine kaç kişi prim yatırıyor, kaç kişi ondan istifade ediyor demek. Şu anda biz çok iyi bir noktadayız. 2030-2035 yıllarına kadarda fena görünmüyor. Ama 2040'tan sonra nüfustaki düşüşe paralel olarak aynı Avrupa'nın Kuzey Amerika'nın yaşadığı sıkıntıları biz de Türkiye'de yaşamaya başlayacağız gibi görünüyor. Bugünlerde gerçekten sosyal politikalarımızı, nüfusumuzu artış trendini de düzenlememiz gerekecek.''
Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu (TUSKON) Başkanlar Kurulu Toplantısı'nda konuşan Babacan, istihdamın Türkiye'nin çok önemli başarılı alanlarından birisi haline geldiğini söyledi.

Babacan, 2009 ortasından itibaren istihdamda çok ciddi bir artış olduğunu anlatarak, son 3 yılda Türkiye'de yaklaşık 4 milyon ilave istihdamın oluştuğunu ifade etti.

Türkiye'nin tarihinde hiç bir zaman bu kadar kısa sürede, bu kadar istihdam artışının olmadığını vurgulayan Babacan, bu 4 milyonluk istihdamın yaklaşık 1,5 milyonun kadın olduğunu dile getirdi.

Son 3 yılda kadınların iş gücüne katılımının çok hızlı bir şekilde ilerlediğini söyleyen Babacan, burada ortalama istihdam artışına bakıldığında Türkiye'nin pek çok ülkeye göre en ön sıralarda olduğunu hatırlattı.
   
''Türkiye işsizlik oranını en hızlı düşüren ülke''

   
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre Türkiye'nin 2008'in sonundan bu yana işsizlik oranını en hızlı düşüren ülke olduğunu da anımsatan Babacan, genç nüfusun istihdamında da çok ciddi ilerlemelerin kaydediğini anlattı.

2009'da genç nüfusta işsizlik oranının yüzde 25'lere kadar çıktığını anımsatan Babacan, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Bugün yüzde 15,8. Avro Bölgesi'nin ortalaması yüzde 22,5. Yunanistan'daki genç işsizliği yüzde 57-58. İspanya yüzde 55, Portekiz yüzde 40'a yakın. Slovakya'da yüzde 37-38. Bu, sosyal sıkıntının bazı Avrupa ülkelerinde hangi boyutlarda olduğunu gösteriyor.

Türkiye'deki gelir dağılımı da düzeliyor. 2002'de en zengin yüzde 10'nun geliri en fakir yüzde 10'nun gelirinin 18 katı imiş. Şu anda bu rakam 12'ye düşmüş durumda. Gelir dağılımı düzeltme konusunda da Türkiye OECD birincisi. 2002 ile 2011 mukayese edildiğinde en fakir yüzde 10'luk kesimin geliri reel olarak yüzde 60 artmış. En zengin yüzde 10'luk kesimde ise yüzde 5 artmış. Bunlar devletin gelir beyanlarından ölçülmüyor, bizzat anketörler 70-80 bin haneye gidip ve ev halkı ile karşılıklı görüşerek bu rakamları topluyor. Çünkü adam iş yerinde maaşını farklı söylüyor, evde daha farklı. Yüzde 30-35 oranında geliri artmış bir orta kesim var. Türkiye'nin iç piyasası neden bu kadar cazip, neden dünya devleri Türkiye'ye geliyor- İç piyasamızın cazipliğinden.

Yoksullukla mücadelede önemli gelişmeler oldu. Türkiye'de, günlük bir doların altında geliri olan vatandaşımız hemen hemen kalmadı. 2 dolara baktığımızda yüzde 3 idi. Onu da hemen hemen sıfırlamış durumdayız. Günlük 4,3 doların altında olan nüfusumuz 2002'de yüzde 30 idi. Bugün yüzde 3,66. Bu rakamlar Çin'de, Hindistan'da, Brezilya ve Meksika'da korkunç. Yani sosyal politikalarıyla ün salmış Brezilya'da bu rakamlar Türkiye'den daha çok kötü. Bizim şu 10 yılda yaptıklarımız, Brezilya'da yapılanların çok daha ötesinde.''
   
Türkiye'nin artık yardım eden bir ülke olduğunu belirten Babacan, geçen sene 1,3 milyar dolarlık yardım ettiğini anlatarak, OECD verilerine göre Türkiye'nin 2011 yılında dış yardımı yüzde 30 ile en hızlı artıran ülke olduğunu söyledi.

Bu yıl Türkiye'nin bir çok ülkeye yardım yapacağını aktaran Babacan, ayrıca IMF'nin oluşturduğu 400 milyar dolarlık bir kaynak havuzuna da Türkiye'nin 5 milyar dolarlık katkıda bulunacağını hatırlattı.

Babacan, IMF'ye artık borcu sıfırladıkları gibi kaynak aktaran bir ülke konumuna ulaşacaklarını söyledi.

Bütçe açığının kontrol altında gitmesinin önemli olduğunu anlatan Babacan, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Borç stoğumuzun düşüş trendi devam ediyor. Halkımızın borçluluğu da başka ülkelere göre makul noktada, Yüzde 19,4'te GSYİH'ya oranı. Tahsili geciken bankacılık alacaklarımız bankacılık sistemimizde şu anda sadece yüzde 2,8. Bu da dünyanın en düşük oranlarından birisi. Bu şu demek bankalarımız verdiği kredilerin yüzde 97,2'sini tam ve gününde tahsil ediyor.

Bu sene ekonomik büyüme geçen senenin altında olmasına rağmeni geri ödemelerde henüz ciddi bir problem görmüş değiliz. Hapis cezasını kaldırmamıza rağmen dönen çeklerin oranı şu anda sadece yüzde 4. 2008-2009'dan önceki en normal dönemlerde bile bu oran yüzde 5'in altına düşmemişti. Türkiye, gelişmekte olan ülkeler arasında kur oynaklığının en az olduğu ülkelerden birisi. Türkiye petrol ithal eden bir ülke olmasa şu anda cari açığını sıfırlar, hatta artıya geçmiş durumda olurdu.''
   
''Türkiye'nin önce kazanıp sonra harcaması gerekiyor''

   
Türkiye'nin önce kazanıp sonra harcaması gerektiğini belirten Babacan, Türkiye'nin tasarruf etmeden, tamamiyle dışardan gelen kaynaklara bağımlı bir ekonomi olduğu zaman, bunun gelip Türkiye'yi vurduğunu söyledi.

Babacan, daha önceki yıllarda cari açığın yüzde 5'i bulduğu dönemlerde kriz çıktığını anımsattı.

Geçen sene yüzde 10'u bulmasına rağmen istikrarın devam ettiğini anlatan Babacan, Türkiye'nin yüzde 4-5'lik cari açığı bu ekonomik yapısıyla kaldırabileceğini, ama yüzde 5'in üzerine dikkat edilmesi gerektiğini ifade etti.

BES çok çok önemli hale gelecek

Yurt içi tasarrufların artırılmasının önemini vurgulayan Babacan, dışa bağımlılığının azaltılmasının, finansman kalitesinin artırılmasının önemli olacağını dile getirdi.

Babacan, konuşmasını şöyle tamamladı:

''Yargı ve eğitim çok önemli olacak gelecek dönemde. Biz eğer orta gelir tuzağına düşmek istemiyorsak, yüksek kalkınma hızımıza devam etmek istiyorsak, iyi işleyen bir yargı sistemi ve eğitim çok önemli. Daha yüksek becerilerle donatılmış bir nüfus yani. Türkiye'de nüfusun ortalama eğitimi şu anda 6,5 yıl. Orta 2'den terk bir nüfus ile şu anda milli gelirde 10 bin 500 doları yakaladık, ama 25 bin doları yakalayamayız. O yüzden 4+4+4 son derece önemli. Eğitim uzmanlarının hepsi çocukların daha erken yaşta eğitime girmesi gerektiğini söylüyor.

BES çok çok önemli hale gelecek. Şu anda sigorta şirketlerimiz de çok ümitli yeni uygulamalardan. Yenilenebilir enerjiyi 2023 yılında yüzde 30'a çıkarmak istiyoruz. Hazine ilk defa sukuk ihracı yaptı ve 8 milyar dolarlık talep geldi dünyadan. Özel sektör de bunu yapabilecek, önünü açtık. Bu yıl 140 milyar dolarlık sukuk ihracı olacak dünyada. Özel finans mahkemeleri kuruyoruz. Adalet Bakanlığı ile çalıştık. Finans sektöründe itilaflar çıktığı zaman bu mahkemelere gidilecek. Yargıçlar, savcılar özel eğitimli olacakları için finans konusunda, çok daha hızlı, tutarlı karar verme imkanına sahip olacaklar.''
 

25 Eylül 2012 Salı

Almadığımız 1 metreküp gaz kalmayacak

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Stratejik Teknik Ekonomik Araştırmalar Merkezi'nce (STEAM) düzenlenen 14. Uluslararası Enerji Arenası toplantısında konuştu.


Bakan Yıldız, her zaman yatırımcılarını koruduklarını ifade etti. Bakan Yıldız, ''Hem kamu hem özel sektör üzerine düşeni yapmak zorunda. Herbirimize düşen görevler var. Kazanılmış bir kısım hukuki hakların tarafımızdan dikkatle takip edildiğini, ama istismar aracı haline gelmemesi gerektiğini bir kez daha vurgulamak isterim. Gerçek yatırımcının önünü açmak adına ve lisanların bir ticari araç olmaktan çıkarılması adına gerek kamuya gerekse özel sektöre önemli görevler düşüyor'' diye konuştu. 

Fukuşima kazasından sonra nükleere bakış açısında bazı ülkelerde politika değişikliğine gidildiğini, bunun çok gerçekçi olamadığını dile getiren Yıldız, ''Sizin nükleer enerji santralini ülkenizde kullanmıyor olmanız komşu ülkeden alıyor olmanız bu gerçeği değiştirmiyor. Türkiye nükleer güç santralleri ile ilgili kararlılığını devam ettiriyor. O yüzden bizlerin hem enerji kaynaklarını çeşitlendirmek hem de ithalata olan bağımlılığı azaltmak bakımından bu izlediğimiz politikaları kararlılıkla sürdürmemiz gerekiyor'' dedi. 
    

''AK Parti hükümetimizle ciddi arama faaliyetlerine girildi'' 
     

Taner Yıldız, 1 Ekim'den sonra elektrik ve petrol yasası ile ilgili kanunların TBMM'ye sevk edilmiş olacağını dile getirerek, şunları kaydetti: 

''İthal ettiğimiz kaynakların yerli kaynaklar haline gelmesiyle alakalı kara ve denizdeki arama faaliyetlerimiz devam edecek. 13 katına çıkan bütçeyle beraber son 10 yılda AK Parti hükümetimizle beraber ciddi bir arama faaliyetlerine girildi ve inşallah bunlardan sonuç alacağız ümidindeyiz. Rusya, Azerbaycan,İran ve yeni ilişkiler kuracağımız ülkelerle beraber boru hattı projelerini ilerletmek istiyoruz. Özel sektörün payının artan oranlarda yer almasını talep ediyoruz. Serbest piyasada rekabetçi ortamı değişen politikalarla hep beraber oturtmuş olacağız. 6 milyar metreküplük gazın kontratları belli bir sürece girdi. 

Tabii çevremizde bütün bu işlemlerin Rusya, Azerbaycan, İran ve yeni geliştireceğimiz ülkelerle beraber boru hattı projelerini ilerletmek istiyoruz. Yine burada özel sektörün payının artan oranlarda yer almasını talep ediyoruz. Kamu olarak biz bunu öngörüyoruz. Serbest piyasada rekabetçi ortamı bu değişen dünyada ve değişen politikalarla beraber hep beraber oturtmuş olacağız.'' 
    

''Çok ciddi kazanımımız var'' 
    

Yıldız, 6 milyar metreküplük gazın kontratlarının belli bir sürece girdiğini vurgulayarak, şöyle konuştu: 

''Zannediyorum aralık ayından sonra da gaz akışları Türkiye'nin o zeyilname ile düzenlediği 5,6 milyar metreküplük gazın tamamlanmasından müteakip özel sektör yaptığı gaz kontratlarının fiili akışına başlamış olacak. Bakın burada çok ciddi kazanımımız var. İki yıl önce doğalgaz dediğinizdeki en önemli başlıklardan bir tanesi 'al ya da öde' ile ilgili yükümlülüklerdi. 3,1 milyar metreküplük biriken Rusya Federasyonu ile alakalı 'al ya da öde' bu yılın sonunda sıfırlanmış olacak. Yani kamuoyunda yanlış algılanan bir konu var. Malumlarınız biz gazı alıyoruz, parasını ödüyoruz hatta almadığımız gazın da parasını ödüyoruz. Bu bir avans niteliğindedir arkadaşlar. Almadığımız 1 metreküp gaz kalmayacak. Ve 1 dolar da herhangi bir tedarikçide paramız kalmayacak. Bunların farklı gerekçeleri ve sebepleri var ama girmeyeceğiz. 

Bu rejim oturduktan sonra yani 6 artı 4 yani 10 milyar metreküp özel sektör tarafından getirildikten sonra, Rusya Federasyonu ile yapacağımız yeni bir müzakere başlangıcıyla beraber 4 milyar metreküpü de biz özel sektörün kullanımına açmak istiyoruz. Bu yılbaşından sonra gündeme getireceğimiz bir konudur.'' 
    

''Enerji politikalarımızı ayrışmanın değil, barışın gerekçesi olarak öngörüyoruz'' 
    

Yıldız, Azerbaycan'la TANAP anlaşması yapıldığını hatırlatan Yıldız, ''Şahdeniz 2 gazının bizim doğumuzdan üretilip batımıza aktarılması ve tüketilmesiyle ilgili bir husustur. Hangi yoldan gelecek Avrupa'nın kuzeyinden mi, yoksa güneyinden mi, hatla mı gidecek yoksa Nabucco ile mi gidecek diye sorulduğunda bunun tek başına muhatabının biz olmadığımızı ve bu Şahdenizi'ndeki konsorsiyumun verilen teklifleri değerlendirdikten sonra vereceği bir karardır. Biz iki projeyle alakalı yapıcı ve olumlu tutumumuzu sürdürdüğümüzü ve tercihlerimizi daha önce kamuoyuyla paylaştık. O yüzden bu projenin gerçekleşiyor olması bizim diğer bütün ülkelerle yaptığımız tercihleri etkilemeyecektir'' diye konuştu. 

Rusya ve Irak'ın bütünüyle gerçekleştirecekleri projelerle çakışmayacağını birbirini destekleyen projeler olacağını ifade eden Yıldız, sözlerini şöyle sürdürdü: 

''Sık sık 'Arap Baharı oldu, bu durum enerji alışverişi yaptığınız bu ülkelerle enerji üretimini etkileyecek mi?' diye soruluyor. Bu doğru bir soru ve cevabı çok net. Biz enerji politikalarımızı bir ayrışmanın, gerginliğin gerekçesi olarak değil, barışın bir gerekçesi olarak ön görüyoruz. Rusya ile Suriye konusunda tamamen mutabık kalmayabiliriz. Bu konuların dışında tutuyoruz. İran'la enerji anlaşmalarını devam ettiriyoruz ve bir kısım yeni anlaşmalar olabilecek. Biz her ülkenin hukukuna saygılı olarak, doğalgaz ve petrolde ülke sayısını ve kaynak çeşitliğini artırmaya çalışırken hep hukuk çerçevesinde kaldık. Irak ile yapacağımız anlaşmalarda da yine Irak'ın toprak bütünlüğüne saygılı olduğumuzu bir kez daha söylemek isterim. Irak'ın kendi doğalgaz ihtiyaçları karşılandıktan sonra oradaki gaz ve petrol kaynaklarını Türkiye'nin hemen yanında kayıtsız kalmayacağımız ve beraber proje yürütebileceğimiz bir alan olarak görüyoruz.'' 

Türkiye'nin bir istikrar ortamına sahip olmasının büyük önem taşıdığına vurgu yapan Yıldız, ''Tarım, turizm, hayvancılık ve ulaştırma sektöründeki gelişmeleri enerji sektörüne aktardığımızda büyümeye hala şiddetle ihtiyacımız olduğunu vurgulamak istiyorum'' dedi. 
     

''Nükleer santral görüşmeleri yaptığımız 4 ülkeden biri yarış dışı kalabilir" 
     

Taner Yıldız, gerek Irak gerekse bir kısım ülkelerle politikaları zenginleştirecek argümanlara ihtiyaç olduğunu ve bunu da yaptıklarını söyledi. 

Türkiye'nin en büyük kazancının istikrar olduğunu dile getiren Yıldız, ''Bunun zaman zaman tehdit altında kaldığına ama bu tehdidin fırsatlara dönüştüğüne şahit birisi olarak bunu bir kez daha vurgulamak istedim. Finansman kaynaklarının Türkiye'nin oluşturduğu sağlam zemin nedeniyle ülkeye akacağına inanıyorum. Doğru sonuçlar alınacağı kanaatindeyim. Hangi ülkenin veya hangi firmanın ikinci nükleer santrali alacağına belki karar veremeyebiliriz ama hangi firmanın ya da ülkenin bu yarışmanın dışında kalacağına dair veriler elimize gelmeye başladı. Japonya, Çin, Güney Kore ve Kanada ile sürdürdüğümüz bu çalışmanın belki 3 ülkeyle devam etmesi mümkün olacak. O yüzden bunu ay sonunda tekrar kamuoyuyla paylaşacağız'' diye konuştu.

DSÖ KRİTERLERİNE SAHİP TEK ÜLKEYİZ

Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin açılış ve beyaz önlük giyme törenine katıldı. 

Bu yıl yeni eğitime başlayan fakültede ilk dersi veren Akdağ, Sağlıkta Dönüşüm Programı'nı ve bu programla getirilen yenilikleri anlattı. 

Geçmişte hastanelerde hasta ve cenazelerin rehin kaldığını, ambulans bulunamadığı için hastaların nakledilemediğini belirten Akdağ, bu sistemden sadece hastalarla yakınlarının değil, doktorların da mağdur olduğunu söyledi. 

Bakan olduktan sonraki ilk genelgesinin, hastanelerde rehin kalmanın önüne geçilmesiyle ilgili olduğunu, bunu yasa ya da yönetmelikle değil sadece genelgeyle yapabildiklerini kaydeden Akdağ, ''Biz yoğun bir 2. asistanlık dönemi yaşadık. Asistanlar çok çalışır, gece gündüz nöbet tutar. Bakanlığımızın ilk yılları da böyle geçti. Günde 16 saat çalıştık'' diye konuştu. 
    

''Hızlı davrandık'' 
     

ABD'deki başkanlık seçimlerinde sağlığa yoksulların erişim hakkının tartışıldığını, oysa Türkiye'de böyle bir şeyi tartışmanın kimsenin aklına bile gelmediğini ifade eden Akdağ, Türk toplumunda insan sevgisinin hakim olduğuna işaret etti. 

Sağlıkta Dönüşüm Programı'nı uygularken hızlı davrandıklarını anlatan Akdağ, bu konuda hükümetin, özellikle de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın güçlü desteğini aldıklarını söyledi. 
     

Tütünle mücadele 
    

Tütünle mücadelede elde edilen başarıya da değinen Akdağ, Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) bu mücadelede koyduğu tüm kriterlere sahip tek ülkenin Türkiye olduğunu bildirdi. 

Sağlık Bakanı Akdağ, ''Bir toplumda sigara, alkol tüketilmemelidir, şişmanlık olmamalıdır. Toplumu sigara ve alkolden kurtarabilirsek mücadeleyi kazanmış olacağız'' diye konuştu. 

Türkiye'de anne ve bebek ölüm oranlarındaki düşüşe, aşılama oranlarındaki artışa da dikkati çeken Akdağ, Türkiye'nin bu alanda en başarılı ülkeler arasında olunduğunu belirtti. 
    

''Eksiklerimiz de var'' 
     

Konuşmasında, Sağlıkta Dönüşüm Programı ile henüz uygulamaya geçiremedikleri konuların bulunduğunu ifade eden Akdağ, doktorların emeklilik maaşlarını yükseltemediklerini, şişmanları zayıflatamadıklarını, hekim sayısının hala yetersiz olduğunu, hekimlerin ve diğer sağlık çalışanlarının iş yükünün fazla olduğunu, akılcı ilaç kullanımını yaygınlaştıramadıklarını, hasta ve çalışan güvenliğiyle ilgili sorunlar bulunduğunu söyledi. 

Akdağ, hastasından kaptığı virüsle Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) hastalığından bir hekimin hayatını kaybetmesinden duyduğu üzüntüyü de dile getirdi. 

Terör örgütünün saldırılarıyla ülkenin ilerlemesini durduramayacağını vurgulayan Sağlık Bakanı Akdağ, ülkede insanların güçlü bağlarla birbirlerine bağlı olduğunu belirtti. 

Bakan Akdağ, konuşmasının ardından, genç doktor adaylarından bazılarına beyaz önlüklerini giydirdi.

SANAYİCİ MAKAS DEĞİŞTİRMELİ

Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, sanayicinin üretim yapısını Ar-Ge, yüksek teknolojili, yüksek katma değerli bir dönüşüme getirmesi gerektiğini söyledi.


Çağlayan, 3. İstanbul Finans Zirvesi'nde yaptığı konuşmada, Türk sanayisinin büyümesi ve gelişmesi gerektiğine işaret ederek, ''Türk sanayisinin zihinsel bir değişim gerçekleştirdiği ortamdayız. Bakın Türkiye geçen yıl ihracat rekoru kırdı. 90 milyon ton ihracat yaptı. Ancak ihracatımızın 1 kilogram fiyatı geçen yıl 1 dolar 46 sentti. Şimdi 1 dolar 46 sentten Türkiye ihracatının 2023'te 500 milyar doları yakalaması mümkün değil. Çünkü biz 90 milyon tonu 350 milyon tona çıkaramayız. Biz 1.46 doları aynen Almanya'daki gibi 4 dolara çıkarmamız lazım, Japonya ve Güney Kore'de olduğu gibi ihracatın kilogram fiyatını 3,5 dolara çıkarmamız lazım'' diye konuştu. 

Türkiye'nin geçen yıl 250 milyon ton üretim yaptığını ve üretim satış fiyatının ton başına 1027 dolara geldiğini belirten Çağlayan, şöyle devam etti: 

''Bakın şimdi 1 dolara satış fiyatı olan üretim yapısı bizi 2023'e taşımaz. Böyle bir ortamda artık sanayici makas değişikliği yapmalı ve sanayicinin de böyle bir ortamda üretim yapısını Ar-Ge, yüksek teknolojili, yüksek katma değerli bir dönüşüme getirmesi gerekiyor.'' 

Çağlayan, yeni bir büyüme modeli üzerinde kafa yorulması gerektiğine de değinerek ''Ekonomi bakanlığı olarak bunun üzerinde çalışıyoruz. Şimdi bakanlık olarak reel sektörün tüm sorunlarından sorumlu bakanlık olarak 2050 hedeflerimizi, stratejilerimizi planlamamız gerek. Bu ortamda Türkiye buraya giderken nasıl bir büyüme modeli, nasıl bir ekonomik sistem, sanayi sistemi belirleyecek, bunların hepsini düzenleyecek yoğun bir çalışma içindeyiz'' dedi. 

Çağlayan, konuşmasını şöyle sürdürdü: 

''Çünkü 2023'e gideceğimiz bir yolda mevcut politikalar bizi buraya kadar getirdi ama bundan sonrasında Türkiye'nin dünyada giderek yoğunlaşan yatırım ortamı konusunda çok ciddi yatırım kapasitesine sahip olduğunu söylememe gerek yok. Bugün Türkiye'ye gelen yabancı sermayenin yüzde 75'ten fazlası Avrupa kaynaklıdır. Avrupalı yatırımcı Türkiye'ye gelirken bizim kaşımıza gözümüze gelmiyor. Türkiye'ye gelen yatırımcı istikrara, güvene ve genç bir nüfus yapına, Türkiye'nin lojistiğine geliyor. Türkiye'ye 4 saat uçuş mesafesindeki 56 ülkeye bakarak geliyor. Sadece Türkiye'ye bakmıyor, bu 56 ülkede 1,5 milyar insan yaşıyor ve dünya ekonomisi eksen değiştiriyor. Artık gelişmiş ülkeler değil, Türkiye'nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülkeler dünya ekonomisine yön veriyor. Böyle bir ortamda ülkemizin çok daha yatırım almaya ihtiyacı var'' 

Merkez Bankası'nın performans olarak iyi çalıştığını ifade eden Çağlayan, ancak politika olarak zaman zaman anlaşamadıklarını belirterek, şöyle devam etti: 

''Yeni teşvik sisteminin yapıldığı bir ortamda Merkez Bankası politikalarının gerek ulusal gerekse uluslararası yatırımcılara orta ve uzun vadede yatırım için sinyaller vermesi gerekir. Yani siz sinyal vermezseniz nasıl görecek bu sinyalleri bu insanlar.'' 

Türkiye'nin yatırım olanakları konusunda her geçen gün daha iyiye giden bir ülke olduğunu söyleyen Çağlayan, ''Bakın dünya rekabet liginde 16 sıra birden atladık. Türkiye bunu başardı. Türkiye uluslararası yatırımlarda dünyanın güvenilir 13. ülkesi. Yatırım ortamı konusunda Türkiye her geçen dün daha yatırım yapılabilir ülke haline geliyor, daha da gelir'' dedi 


TEDBİRLER BALIKÇILIĞIN GELECEĞİ İÇİN

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, "gelecekte mevcut balıkçılarımızın çocukları ve torunları da balıkçılık yapacaksa, bu tedbirleri almamız lazım" dedi.


Eker, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nda, AA Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Kemal Öztürk ile AA editörlerinin sorularını yanıtladı.

Bakan Eker, ''Balıkçılıkta yapılan yeni düzenlemeye sektörden bazı eleştiriler geldi. Derinlik mesafesinin artırılmasının balık tutmayı zorlaştırdığını, giden balıkların Yunanistan'da avlandığını söylüyorlar. Bu eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz'' sorusu üzerine, bu eleştirilerin çok haklı olmadığını söyledi.

''Yunanistan'ın bizden kaçan balıkları hiçbir şekilde avlama şansı yok'' diyen Eker, ''Çünkü derinlik, bizim 24 metreye çıkarıp da şu anda balıkçılarımızın şikayet ettiği husus, Yunanistan'da 50 metre. Biz 18 metreden 24'e çıkardık. Bizimkiler kızıyor, 'Niye 24 yaptınız' diyor. Halbuki Yunanistan'da 50 metre. Onun için hiçbir şekilde gerçek de değil doğru da değil. Avrupa'nın bütün ülkelerinde 50 metredir o'' şeklinde konuştu.

''Balık fiyatları tüketicinin memnun olacağı düzeye indi''

Düzenlemenin amacını anlatan Bakan Eker, şöyle devam etti:

''Sahilde, kıyı alanlarında ve çok derin olmayan sularda yavru balıklar, yumurtalar vs. var. Balıkları korumamaz lazım. Eğer gelecekte mevcut balıkçılarımızın çocukları ve torunları da balıkçılık yapacaksa, bu tedbirleri almamız lazım. Hayır 'Biz 30, 40, 50 sene sonra balıkçılık yapmayacağız, Karadeniz'de, Akdeniz'de, Marmara'da balık diye bir şey bırakmayacağız, 10-20 yıl içinde bitireceğiz' gibi bir kararımız varsa o zaman bu şartları aramayalım. Böyle bir şey yok. Çünkü doğru değil.

Mesela bu göç balıklarında en çok söylenen hususlardan birisi palamuttur. Akdeniz mıntıkasındaki toplam palamut balığının yüzde 90'ını Türkiye avlıyor. Tur atıyor, gidiyor, geliyor, bizimkiler avlıyor. Onun için gerçekçi değil.''

Amaçlarının sürdürülebilir bir avcılık politikası uygulamak olduğuna işaret eden Eker, ''Biraz balıkların büyümesine, yuvalarının bozulmamasına yardımcı olmamız lazım. Böylece daha çok balık yiyelim. İlk bir iki gün, özelikle endüstriyel balıkçılar, yani büyük teknelerde balık avlayanlar, onların şöyle bir şeyi oldu, 'Balık kalmayacak, bulamayacağız, çok pahalı olacak' falan. Aksine, ikinci gün gittiler, çok balık avlandı. O avlananlarla da balık fiyatları tüketicinin memnuniyetini gerektirecek düzeye indi'' dedi.

''Türkiye'nin 100 milyon doların üzerinde tohum ihracatı var''

Eker, başka bir soru üzerine de Türkiye'nin artık 100 milyon doların üzerinde tohum ihracatı olduğunu vurguladı.

Edirne'de geçen hafta çeltik müdahale fiyatını açıkladığını dile getiren Eker, şöyle devam etti:

''Orada Uluslararası Çeltik Çalıştayı vardı ve çok sevindiğim bir şey oldu. Bulgaristan Çeltik Üreticileri Birliği Başkanı, çalıştayda çıktı bir konuşma yaptı. 'Bugün Bulgaristan'da üretilen çeltiğin yüzde 70'inin tohumu Türkiye'den gelen çeşitlerden sağlanıyor' dedi ve teşekkür etti. Sadece Bulgaristan'a değil şu anda dünyanın birçok ülkesine, Türkiye'de yetiştirilen, geliştirilen, tescil edilen ve uluslararası piyasada talebi olan tohumlar artık geliştiriliyor.''

Bunun, 2004 yılında çıkardıkları yasanın ardından uygulanan bir projenin sonucu olduğunu belirten Eker, ''Onlarca çeşit, hububatta da bakliyatta da çeltikte de diğer bütün alanda. Mesela sadece çeltikte, 14 yeni çeşit tescil edildi'' diye konuştu.

Türkiye'deki tohum firmalarının, ülkenin bulunduğu kuzey yarım kürede kış olduğu dönemde, yaz mevsiminin yaşandığı güney yarım küre ülkelerine gidip arazi kiralayarak orada tohum yetiştirdiklerini anlatan Eker, Türkiye'nin artık bu noktaya geldiğine dikkati çekti.

''Böylece bütün yıl boyunca tohum yetiştiriliyor'' diyen Bakan Eker, bu konuda üniversitelerle de işbirliği yaptıklarını, ayrıca Ar-Ge yatırım ve desteklerini çok artırdıklarını bildirdi.

TÜBİTAK'tan en çok istifade eden kamu kuruluşu

Bakanlığının 58 araştırma enstitüsü olduğunu ifade eden Eker, onların tamamının üniversitelere ve özel sektöre açtıklarını kaydetti.

Eker, şöyle devam etti:

''Bizim alt yapımızdan istifade edebiliyorlar. Müşterek çalışmalar, projeler yapıyoruz. Mesela şunu söyleyeyim, çok iftihar ettiğimiz bir konu. Kamu kuruluşları içinde TÜBİTAK'ın en büyük müşterisi Tarım Bakanlığı'dır. Bunun tercümesi şu, TÜBİTAK'ın araştırma fonlarından en fazla parayı alan bakanlık, Tarım Bakanlığı'dır.''

Özel sektörle de proje ortaklığı yaptıklarını dile getiren Eker, ''Ama kurum olarak Tarım Bakanlığı, TÜBİTAK'ın bu alanda kaynaklarından en çok istifade eden kamu kuruluşu. Bu da bizim için iftihar meselesi. Yani TÜBİTAK'ın da büyük parasını biz alıp, araştırma projelerinde kullanıyoruz, bunların çoğu da tohum geliştirme projeleri'' dedi.

''Diyarbakırspor'un kayyuma kalması çok üzücü''

Bakan Eker, ''Diyarbakırspor'un durumu hakkındaki düşüncelerinin'' sorulması üzerine de çok üzüldüğünü belirterek, ''Bir ilin, Diyarbakır gibi geçmişte Süper Lig'de oynamış takımının, bu şekilde kayyuma kalması çok üzücü'' ifadelerini kullandı.

Her şehirde belediye, vatandaşlar, spor gönüllülerinin biraraya gelerek takımlarını desteklediğine işaret eden Eker, şunları kaydetti:

''Diyarbakır'da mesela belediyenin Diyarbakırspor'a bir katkısı, etkisi, olumlu manada bir şeyi maalesef pek olmuyor. Dolayısıyla kime kalıyor- Valiliğe, milletvekillerine kalıyor. Onlar birtakım çabalar içine giriyor. Biz de çok uğraştık. Diyarbakırspor taraftarları bunu bilir, ama bir yere kadar götürürsün. Sonuçta bu, bütünüyle valiliğin veya milletvekillerinin desteğiyle yürüyecek bir iş değildir.

Çağrım da var arkadaşlara, çok rica da ettim çok kişiye, 'yardımcı olun' diye. Ama hani derler ya 'taşıma suyuyla değirmen dönmez' hesabı. Sonuçta oradaki kitlenin bunu alıp, ileriye taşıması lazım.''

VAN'DA KONUT HEYECANI

Van'da yapımı tamamlanan 2 bin 142 konutun kura çekimleri noter huzurunda gerçekleştirildi.


Kentte meydana gelen depremlerden sonra tamamlanan bazı konutların kura çekimleri ve bazı açılışlara katılmak üzere Van'a gelen İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, Ferit Melen Havaalanı'nda Vali Münir Karaloğlu, AK Parti Milletvekilleri Burhan Kayatürk, Mustafa Bilici ve diğer yetkililer tarafından karşılandı. 

Şahin, Van Anadolu Öğretmen Lisesi Kapalı Spor Salonu'na geçerek, merkeze bağlı Kalecik köyünde yapımı tamamlanan 2 bin 142 deprem konutunun kura çekim törenine katıldı. 

Burada bir konuşma yapan Şahin, 23 Ekim ve 9 Kasım 2011 tarihlerinin Van ve Türkiye için üzücü birer tarih olduğunu belirterek, iyi ve kötü günde birlikte olmayı başaranların millet olduğunun farkında olarak bugünlere gelmeyi başardıklarını söyledi. 

Acıyı paylaşarak azaltıklarını ifade eden Şahin, ''Allah'a çok şükür bugün artık o acıları tüketiyoruz. Sevinci paylaştık ve paylaşmaya devam ediyoruz. O günlerde yüzlerce şehidimiz vardı, kaybettiklerimiz için üzüldük, acı hissettik. Evlerimiz ve binalarımız yıkıldı ama biz yıkılmadık ve dik durarak ve el ele verip, imkanlarımızı bir araya getirerek bugünlere geldik'' dedi. 

Depremlerin ardından tüm Türkiye'nin adeta Van'a aktığını anlatan Şahin, akıl ve bilgiyle bir yönetim ortaya konularak çalışmalar yapıldığını, planlı bir şekilde önce çadırların yerleşiminin yapıldığına dikkati çekerek, şöyle konuştu: 

''Yağmur yağdığında çadırların içine su girmesin diye planlı ve itinalı bir çalışma yapıldı. Hemen ardından şiddetli gelen kışa karşı alt yapısı, temiz ve kirli suyu ve ısıtma sistemiyle insanca yaşanabilir konteyner kentler kuruldu. Belki biraz dar oldu ama sıcak mekanlar olabilmesi için devletin bütün imkanları seferber edildi. Bir tarafta bu kış bitecek ama Van'a yine kış gelecek gerçeğini unutmadan kalıcı konutların temelleri atıldı ve bugün bu konutların teslimi yapılıyor. Bugün üçüncü kura çekimindeyiz. Bu kura çekimiyle teslim edilecek konut sayısı 6 bin 500'ü bulacak. Finali ilk gün Van ve Erciş'te beraber olduğumuz ve olduğunuz Başbakanımızla birlikte 23 Ekim'de yapacağız.'' 

1915 yıllarında Van valisi iken Kafkaslarda Ermeni çeteleri tarafından vurularak şehit olan Ali Paşa'yı hatırlatan Şahin, Ali Paşa'yı çok seven Vanlılar'ın, arkasından ağıt yakarak, destanlar yazdığını vurguladı. 

Ali Paşa'nın, bugünkü valisi gibi Vanlıların hizmetinde olduğunu ifade eden Şahin, Vali Ali Paşa adına kentte mahalle, cami ve okul olduğunu bildirdi. 

Şehit olan Ali Paşa'nın ardından Vanlıların yaktığı ağıttan ''Bir düş gördüm, seçemedim, arpa ektim biçemedim. Alışmışım soğuk suya, ıslı sular içemedim. Ali Paşa'nın iki kürkü, biri samur biri tilki, Ali Paşamı vurdular, harap oldu Van'ın mülkü'' şeklindeki dizelerini okuyan Şahin, Van'ın acıyı iyi hissettiği gibi sevgiyi de yiğitçe söylediğini dile getirdi. 

Kötüye 'hayır' diyen Van'ın, iyiye de 'güzelsin' demeyi bildiğini ifade eden Şahin, Van'ın sadece kahvaltı, peyniri ve balıyla ünlü olmadığını, her şeyden önce kahraman cömert insanıyla güzel olduğunu söyledi. 
    

''Çevreden Van'a adam taşıyarak çadır kuyruklarına soktular'' 
     

Depremin ardından 11 ay gibi bir sürede ortaya çıkan güzelliğin kendilerini memnun ettiğini dile getiren Şahin, bunun, kendilerinden çok Vanlıların hak ettiği bir mutluluk olduğunu vurguladı. Geçen süre zarfından Van halkının kimin ne niyet taşıdığını ve ne söylediğini iyi bildiğini anlatan Şahin, şunları kaydetti: 

''Bizler Van'ın acısını dindirmek ve kentin yeniden imarıyla meşgul iken birileri başka işler peşindeydi. 'Bu bakanlar, vali, vali yardımcıları, AFAD ve TOKİ çalışıyor galiba bu işi başarabilirler ve bu halkı soğuktan koruyabilirler. Ne yapalım bu çalışmaya engel olalım' diyen birileri boş durmadı. Daha ilk gün sıcak yemek dağıtımında ve özellikle çadır dağıtımı sırasında aralara girdiler. Afete uğramamış kişileri çadır sıralarına soktular. Çevreden Van'a adam taşıyarak çadır kuyruklarına soktular. Vanlının ve afete uğrayanın hakkı olan çadırı, gıdayı, battaniyeyi kargaşa ortamına sokarak işe yaramaz hale getirmek için bir düzen içerisine girdiler. Bu noktada uyanık olduk. Çünkü biz Vanlıyı az çok tanıyoruz. Vanlı vakurdur, hakkı varsa ve ihtiyaç sahibi ise isterdi. Ama birileri aralara girdi. Burada 76 bin çadır dağıtıldı. Ama 76 bin aileye konut vermiyoruz. Hadi her aileye iki çadır olsun, bu eder 30 bin, 3 olursa 40 bin, 4 tane çadır olursa 60 bin çadır yapar. Peki diğer 16 bin çadır nerede. Bu çadır furyasını niçin ortaya koydu. Kim, bize ve Van halkına kaos yaşatmak istedi. Çadır kuyruğuna girdiler, yoruldukları noktaya kadar Van'da çadır dağıtımı yapıldı. Ardından 30 bin konteyner geldi. Çadır sayısı başka, konteyner sayısı başka. Aradaki fark bu gayretin ne amaçla yapıldığını gösteriyor.'' 
     

Polislere yönelik saldırılar
     

Depremin ardından kurulan konteyner kentin güvenliğini sağlayan polis noktalarına yapılan terör saldırılarına değinen Şahin, sözlerini şöyle sürdürdü: 

''Çadır kuyruklarını alt üst etmek isteyen bu çabaları yetmeyince bu kez konteyner kentte halkın güvenliğini sağlayan, onların malını, canını, namusunu korumak için nöbet tutan polisi bu halka çok görüyorlar. 24 saat içerideki insanımız uyurken onun güvenliği için dışarıda uyumadan nöbet tutan polisime kurşun sıkıyor. O kurşunu burada bulunan siz sıkmadınız. O kurşun birileri tarafından kandırılmış, beyni yıkanmış, aklı ve imanı alınmış serseri bir takım güdümlü mermi gibi ortada dolanan kandırılan zavallılar tarafından sıkıldı. 2 polisimiz şehit oldu. Yetmedi, halkımızın hastanedeki hizmetinde olan polisimizi geçen cumartesi akşam saatlerinde, arkasında topuğunu yükselterek, ayaklarının parmaklarına basarak, sessiz ve sinsice ama gördüğümüz kadarıyla korkakça arkadan kurşun sıkarak şehit etti. Burada yine kalleşliği gördük. Bu da yetmedi, bu memleketin kalkınması ve taş üstüne taş konulması için iyilik yapmak için siyasi çalışmasını hukuk ve ahlak medeni değerler üzerinde yürüten partimizin yöneticilerine yönelik hain ve kalleşçe fiiller ve kaçırma eylemleri gerçekleştirildi.'' 

Bu eylemleri yapanların modern bir Van ve yüzü gülen insanların yerine, kan ve zulüm istediğini ifade eden Şahin, bir tarafta yaşatmak, ısıtmak, okutmak, iyileştirmek isteyen bir devlet ve millet yapısının olduğunu diğer tarafta ise bütün bu iyilikleri bombalamak ve kurşunlamak isteyen bir terör yapısının varlığının olduğunu vurguladı. 

Depremden önce olduğu gibi geçen 11 aylık sürede Van ve Türkiye'de bunun mücadelesini verdiklerini ifade eden Şahin, konuşmasına şöyle devam etti: 

''Ama ne olursa olusun, ne yaparlarsa yapsınlar. Polisime ve askerime kurşun da sıksalar, öğretmenimi kaçırsalar, doktoruma el ve dilde uzatsalar, mühendisimizi tehdit edip, şantiyelere baskın yaparak araçları yaksalar, gün gelecek ve o gün bugün ve yarındır, o bölücü terör örgütleri ve onların kandırılmış militanları halkımızın sağduyusu ve halkımızın vicdanı, duruşu, birliği, kardeşliği ve sevgisine karşı er geç boğulacak ve yok olacaklar. İnşallah pişman olup bu şeytani yoldan dönecekler.'' 

Terör örgütünün kurşun sıktığını, devlet olarak bugün o kurşunlara karşı 2 bin 142 top (kura çekimleri için kullanılan toplar) attıklarını dile getiren Şahin, salonda yaşanan bu güzelliği (görmeyen gözler görsün ve duymayan kulaklar duysun) diye herkese anlatılması gerektiğinin altını çizdi. 

Şahin, ''Haince ve kalleşce bu memlekette kötülük yapmak isteyen ve onların uzantıları ve temsilcileri bu sokaklarda utanmadan geziyorlarsa ben diyorum ki, Ey Vanlılar!, iyilikten ve doğruluktan yana kardeşlerim Van sokaklarında daha dik ve onurlu bir şekilde el ele geziniz. Bu kötülüklerin sahiplerini ve taraftarlarını lanetleyiniz. Onlara 'siz kimsiniz', biz biriz, biniz ve milyonuz diyerek, haydi 'defolun' deyiniz. 'Edibese' (yeter artık) deyiniz anladıkları şayet o ise. Türkçe ve Kürtçe söyleyiniz. Bugünkü güzellik ve iyilikleri onların üzerine bir yağmur gibi aktarınız. Düşünsünler ve düşünme melekeleri yoksa korksunlar. Ama siz korkmayın ve korkmayalım. İyilik, güzellik ve insanlık mutlaka gelecektir ve gelmiştir.'' 
    

''Terörün arkasında Türkiye düşmanı başka milletler ve devletler var'' 
    

''Türkiye'de yapılan hizmetleri kıskanan ve çekemeyen zavallılar var. Sadece bu zavallılar değil, onların arkasında Türkiye'nin düşmanı başka milletler ve devletler var'' diyen Bakan Şahin, şunları kaydetti: 

''Onlar sokağa salınmış birer fareden ibaret. Ama fare çiftliklerinin patronları var, esas onlar ellerini ovuşturuyor. Van ve Hakkari'de bir şeyler oldukça ve konteyner kenti koruyan polise kurşun atıldıkça, hastanede nöbet tutan polise arkadan kurşun sıkıldıkça, Vanlı polise Yüksekova'da kurşun sıkıldıkça sevinen birileri mutlaka var. Ama en çok onların yüzleri gülüyor. Esas düşman onlar. Ama aradaki bu hainlerin bir kısmı Türkiye'den kandırılmış çocuklar, bir kısmı da başka ülkelerin vatandaşlarıdır. Ne kadar iyiliksever başka ülkelerin vatandaşları... Türkiye'de bir sorun varmış ve onu çözmek için Suriyelisi, Iraklısı, İranlısı, Ermenistanlısı bırakmış sıcak yuvasını, okulunu, düşmüş yollara elinde kaleşnikofla Türkiye'de sorun çözecek. Sevsinler böyle aklı. Kim yutar böyle oyunu. Bu oyun bozulacak. İşte bugün oyun bozma günü. Bugün 2 bin 142 anahtarla pek çok iyiliğe kapı açılıyor ve kötülüğün kapısı kapanıyor.'' 

Van'daki bir cinayetin ve akıtılan kanın, Van halkının kanı olduğunu ifade eden Şahin, yüzyıl önce kendisine hizmet eden valisine ağıt yakan ve destan yazan Van halkının, bugün kendisine hizmet ederken şehit olan kardeşleri için de ağıdını yakarak, destanını yazarak gereğini yapacağını vurguladı. 

Şahin, depremden sonra Türkiye'nin her yerinden Van'a yardım için koşarken, Türkiye'nin her yerine dağılan 70 bin depremzedenin de kış boyu misafir edildiğini, çocuklarının okullarda eğitim görmesini sağlayan kardeşliğe sahip olduğunu, acıların insanları birbirinden ayıramadığını, terör örgütlerinin zaman ayırt edici olamayacağını söyledi. 

Kutsal bir toprağın çocukları olduklarını anlatan Şahin, ''Bu toprak üzerindeki Van Gölü, Tuz gölü, Eğirdir Gölü birbirinden ayırmaya karar vermiş mi ki, bize ne oluyor. Süphan, Ağrı, Uludağ, Erciyes'e sordun mu- Onların bir şikayeti var mı- Nehirlere sorduk mu-. Biz bir ananın çocuklarıyız. Biz Anadolu'nun çocuklarıyız. Biz bir elin parmakları, bir çınarın dallarıyız. Kim ne yaparsa yapsın ve kim ne derse desin, inadına kardeşlik, inadına sevgi diyoruz'' şeklinde konuştu. 

Konuşmaların ardından Kalecik köyünde yapımı tamamlanan 2 bin 142 konutun kura çekimleri noter huzurunda yapıldı. Bakan Şahin'in, çektiği ilk 2 kuradan Kasım Kurt ve Nizamettin Gökeş'in isimleri çıktı. Sahneye çağrılan Kurt ve Gökeş'e Bakan Şahin, yeni evlerinin hayırlı olmasını diledi. 

Bakan Şahin, hak sahiplerinden Ari ailesinin 13 yaşındaki çocukları Yunus Ari'ye da yeni evlerinin anahtarını teslim etti.
Hepsi barışın ve sevginin rengidir

İçişleri Bakanı Şahin, Van Anadolu Öğretmen Lisesi Spor Salonu'ndaki deprem konutlarının kura çekiminin ardından Saran Holding tarafından yaptırılan spor salonunun açılışına katıldı.

Bakan Şahin burada yaptığı konuşmada, yarının büyükleri olan Türkiye'nin bugünkü gençleri ve çocuklarından gelecek adına çok ümitli olduğunu bildirdi.

Nesilden nesile iyiliklerde örnek olarak hayatı yaşayıp emanet ettikten sonra bu dünyadan göç edeceklerini dile getiren Şahin, şunları söyledi:

''Bizden önceki nesilden iyilik duyduk ve gördük. Bildiğimiz, hissettiğimiz, yapabildiğimizin en iyisini yaptık ve yapmaya çalışıyoruz. Ama inanıyorum ki, 21. yüzyıl gençliği inşaatta, şehircilikte, eğitimde, sağlıkta, sanatta, bilimde ve sporda daha iyisini başaracaktır. Van'ımızın başarılı kızı Nur Tatar, bir örnek ortaya koydu. Bu örnekler çoğalacak. Olimpiyatlarda Türk gençleri daha başarılı olacaktır. 21. yüzyılın Türkiye'si her alanda gıpta edilen bir Türkiye olacak.''

Milyonlarca dolar yatırımlarla gerçekleşen fabrikaların açılışının verdiği mutluluğun, gençlerin eğitimi ve sağlığı için yapılan yatırımların verdiği mutluluk kadar olamayacağını ifade eden Şahin, ''Bu çocuklarla bu mütevazi salonun açılışı, bir sanayi tesisinin açılışından daha lezzetlidir'' dedi.

Açılışta Fenerbahçe forması giyerek katılan çocukları gösteren Şahin, konuşmasına şöyle devam etti:

''Burada çocuklarımızın formalarının rengine bakılırsa bir takımı ifade ediyor ama Van'da farklı renklerden forma giyen başka sporcu gençler de var. Ama önemli değil, hepsi bizim takımımız, hepsi bizim rengimiz. Hepsi barışın ve sevginin rengidir. Neyi seversek sevelim. Formalarımız ister lacivert-sarı, ister siyah-beyaz, ister sarı-kırmızı olsun, ister yeşil-beyaz olsun, yeter ki sevgi olsun. Nefret, hainlik ve düşmanlık olmasın. Onun için yaşasın sevgi, yaşasın dostluk, yaşasın spor, yaşasın centilmenlik ve yaşasın kardeşlik.''

Konuşmaların ardından spor salonun açılış kurdelesi Bakan Şahin, Vali Münir Karaloğlu, AK Parti Milletvekilleri Burhan Kayatürk, Mustafa Bilici, Saran Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sadettin Saran tarafından kesildi.

Şahin, daha sonra beraberindekilerle salonu gezerek, yetkililerden bilgi aldı.